Yazdır

Prof. Dr. Karakulak: Balıkçılık filosu kapalı havzayı bırakıp okyanusu hedeflemeli

Tarih: 11 Ekim 2021 - 07:35

Denizlerimizde neler oluyor? Türk balıkçılığı nereye gidiyor? Lüfer, Palamut nasıl bollaşır? Müsilaj balıkçılığı nasıl etkiliyor? O sulardan çıkan balıklar güvenle tüketilebilir mi? Su bilimleri hocası Prof. Dr. Saadet Karakulak anlatıyor.

VOLKAN KARSAN - FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

“Kazandıran Sohbetler”de bu kez Marmara Denizi başta olmak üzere denizlerimizi ve balıkçılık sektörünün sorunlarını konuşacağız. Konuğumuz İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Balıkçılık ve Su Ürünleri İşleme Teknolojisi Bölümü Balıkçılık Teknolojisi ve Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Saadet Karakulak. 

“DENİZ CANLILARIN YAŞAMINI ÖĞRENMEK, HER AN YENİ BİR ŞEYLER BULMAK, BENİM İÇİN ÖNEMLİ”

- Sayın Karakulak, öncelikle deniz sevginiz, bu mesleğe yakınlığınız ve de fakülte olarak çalışmalarınızı kısaca özetler misiniz?

- Deniz sevgim aileden geliyor. Babam denizcilik sektöründe çalışıyordu, ailemde su ürünleri mühendisi de vardı. Ben o yüzden bu mesleği tercih ettim ve daha çok balıkçılık teknolojisini ve deniz araştırmalarını seçtim, denizci olmak farklı bir şey. Deniz canlıların yaşamını öğrenmek, her an yeni bir şeyler bulmak, benim için önemli. Sadece masa başı işi değil denizde olduğum için mesleğimi seviyorum. Bu sene dördüncü seferim olacak ve belki bu röportaj yayınlandığında ben tekrar seferde olacağım. Yirmi gün daha denizdeyim. Bu sene iki büyük projemiz var. Biri, Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda Örgütü (FAO) destekli Karadeniz deniz salyangoz stoklarının tespitine yönelik bir proje… Diğeri, Çevre Bakanlığı destekli TÜBİTAK MAM koordinatörlüğünde yürütülen Bütünleşik kirlilik izleme projesi… Bu proje kapsamında da Batı Karadeniz, Marmara ve Kuzey Ege Denizi'nde 30 günlük bir sefer gerçekleştirdik. Denizde olmak güzel, yerinde görmek, yerinde gözlemlemek çok önemli. Akademik çalışmaların hem eğitim hem de araştırma kısmı bulunmak da. Eğitim kısmı tabii ki önemli ama ben daha çok araştırmalara hevesli olduğum için saha çalışmalarına her zaman daha pozitif bakıyorum.

Deniz canlıların yaşamını öğrenmek, her an yeni bir şeyler bulmak, benim için önemli. Sadece masa başı işi değil denizde olduğum için mesleğimi seviyorum. Bu sene dördüncü seferim olacak ve belki bu röportaj yayınlandığında ben tekrar seferde olacağım. Yirmi gün daha denizdeyim. Bu sene iki büyük projemiz var...

“HEM BALIKÇILIK HEM DE BALIKÇILIK KAYNAKLARIYLA ALAKALI BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR YÜRÜTMEKTEYİZ”

- Ortaköy'den mi yani eski Yüksek Denizcilik Okulu’ndan mı çıkıyorsunuz seferlere?

- Haydarpaşa'dan sefere çıkıyoruz. İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesine ait 32 metre uzunluğunda Yunus S R/V adlı bir araştırma gemimiz var, 10 gemici ve 10 akademisyen yer alıyor. Yirmi kişilik bir kadroyla denize çıkıyoruz. Neler yapıyoruz?

Denizde biyoçeşitlilik, balıkçılık kaynaklarının durumu, balıkçıların kullandığı ağların seçicilik çalışmaları ve balıkçılık yönetimi ile ilgili bazı araştırmalar yapmaktayız. Bunun yanında Fakültemizde su ürünleri yetiştiriciliği, balık hastalıkları, su ürünleri işleme teknolojisi, gıda güvenliği, deniz kirliliği, deniz canlıları mikroskobik düzeyden en büyük balina grubuna kadar tüm canlıların biyolojisi ve davranışları incelenmektedir. Hem balıkçılık hem de balıkçılık kaynaklarıyla alakalı birçok bilimsel araştırmalar yürütmekteyiz. Her elde ettiğimiz sonuçları da ilgili bakanlıklara iletmekteyiz. Tarım ve Orman Bakanlığı balıkçılık yönetimi için her dört yılda bir su ürünleri tebliğini ilan ediyor. Balıkçılıkla ilgili yeni kurallar belirleniyor. Araştırma sonuçlarımıza göre bizde yeni öneriler sunmaktayız. Kullanılan balıkçı ağların göz açıklığı, boy ve derinlik yasakları, avlanabilir minimum balık boyları, zaman ve yer yasakları, koruma altına alınması gereken türler ve koruma alanları bunlara örnektir.

“DENİZ SALYANGOZU, KARADENİZ'E 1950’Lİ YILLARDA GİREN İSTİLACI BİR TÜR. FAKAT EKOSİSTEME GİRDİKTEN SONRA O KADAR ÇOĞALDI Kİ…”

- Sözünü ettiğiniz iki projeyi biraz açmanız mümkün mü?

- Birincisi, Karadeniz'de deniz salyangoz (rapana) stok tespitine yönelik bir çalışma. Bunu Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Örgütü (FAO) destekliyor. Batı Karadeniz'de bu projenin üçüncü seferini yapacağız. Deniz salyangozu, Karadeniz'e 1950’li yıllarda giren istilacı bir tür. Fakat ekosisteme girdikten sonra o kadar çoğaldı ki balıkçılar da bunun ticari olarak avlamaya başladılar. Avcılığı yapılıp sonra Uzak Doğu ülkelerine ihracatı yapılıyor. Birleşmiş Milletler de bu istilacı türün avcılığı ve ticareti başlayınca sürdürülebilir balıkçılık için yönetim kararları oluşturabilmek için stoklarının belirlenmesine yönelik bilimsel araştırmaları başlattı. O yüzden bütün Karadeniz ülkeleriyle birlikte geçen yıl aynı anda denize çıkarak stok tespit çalışmaları yaptık.

Diğeri, Çevre Bakanlığı'nın desteklediği TÜBİTAK MAM koordinatörlüğünde yürütülen tüm Türkiye denizlerinde rutin olarak yapılan bir izleme çalışması. Dört denizimizde de yapılıyor. Biz sadece Batı Karadeniz, Marmara ve Kuzey Ege Denizi'nden sorumluyuz. Tüm katılımcılar aynı anda denize çıkarak trol ve algarna çekimleri yapmaktadır. Bu çalışmada balık ve omurgasız biyoçeşitlilik izlenmekte, ayrıca deniz çöpleri de kayıt altına alınmaktadır. Son zamanlarda deniz çöplerinin durumu dünyada da önemsenen bir konu ve azaltılmasına yönelik tedbirler alınıyor.

Palamut ve Lüfer üreme yapmak için Ege Denizi'nden Marmara'ya sonra da Karadeniz'e doğru göç eder. Geçen sene Marmara Denizi’nde gözlenen müsilaj oluşumu nedeniyle balıklar olumsuz etkilendi. Müsilaj şubat, mart ve nisan aylarında yoğun olarak görüldü. Tam balıkların göç zamanındaydı. Açıktan geçen balıklar nispeten başarılı oldu ama kıyılarda biriken müsilaj nedeniyle ani oksijen seviyelerinde düşmeler ve dolasıyla balıkların ölümlerini gerçekleşti.

“MAALESEF BİZİM TÜRLERİMİZ AZALIP YABANCI TÜRLER ARTMAYA BAŞLIYOR, AKDENİZ'DE BALON BALIĞI, ASLAN BALIĞI SÜREKLİ ÇOĞALIYOR”

- Yeni balık sezonu açılalı bir ayı geçti, yine boyutları küçük balıklar tezgahları doldurdu ve ona rağmen de beklenilen kadar balık bol olmadı. Nedenleri neler?

- Aslında buna etki eden birçok faktör var. İlki aşırı avcılık, balık stoklarının üzerinde en büyük baskı her zaman balıkçılık baskısıdır. Yasa dışı, kayıt dışı, kural dışı avcılığın varlığı, deniz kirliliği, istilacı türler ve iklim değişimi de diğer faktörler olarak sayabiliriz. Özellikle iklim değişiminin etkisini son yıllarda çok fazla hissediyoruz. İstilacı türler artık ülke sularımızda özellikle daha yoğun olarak Akdeniz'de görüyoruz. Gemilerin balans sularıyla ya da Süveyş Kanalı’ndan gelen türler bulunmakta. İklim değişiminin etkisiyle su sıcaklıkları da arttığı için Akdeniz'i girerek dağılım alanlarını sürekli genişletmektedirler. Bu yeni istilacı türler, bizim yerli türler ile rekabet etmektedir. Maalesef bizim türlerimiz azalıp yabancı türler artmaya başlıyor ki, Akdeniz'de biliyorsunuz balon balığı, aslan balığı sürekli çoğalıyor. Mesela aslan balığının çoğalması orfoz ve lagosla rekabet ettiği için o türlerin azalmasına yol açıyor. Birden fazla faktörün etkileşimi sonucu balık stoklarımız azalmakta, sadece avcılık baskısı, sadece deniz kirliliği sebep değil. Bunların hepsinin sonucunda balıkçılık kaynaklarımız azalıyor.

Eylül başında balıkçılık sezonu açıldı. Ne bekliyorduk? Palamut’un bol olmasını… Ardından Lüfer’in gelmesi lazımdı. İlk aya baktığımızda Palamut’un az olduğunu görmekteyiz. Yani son yirmi yıldır av miktarlarında bazı düşüşler gözlemliyoruz.

Palamut ve Lüfer üreme yapmak için Ege Denizi'nden Marmara'ya sonra da Karadeniz'e doğru göç eder. Geçen sene Marmara Denizi’nde gözlenen müsilaj oluşumu nedeniyle balıklar olumsuz etkilendi. Müsilaj şubat, mart ve nisan aylarında yoğun olarak görüldü. Tam balıkların göç zamanındaydı. Açıktan geçen balıklar nispeten başarılı oldu ama kıyılarda biriken müsilaj nedeniyle ani oksijen seviyelerinde düşmeler ve dolasıyla balıkların ölümlerini gerçekleşti.

Sonbahar aylarında olmamıza rağmen hala deniz su sıcaklığı düşmüş değil. Geçmiş Eylül aylarıyla karşılaştırdığımızda şimdi yüksek sıcaklıklar görüyoruz. Su sıcaklığı hala yüksek. Oysa sonbahar aylarında su sıcaklıklarının düşmesi gerekir. Bu sıcaklık düşünce balıklar sürü oluşturmak için bir araya gelecekler. Özellikle bu mevsimde palamut artık beslenme göçünü yapması Karadeniz'den Marmara'ya doğru göç etmesi bekleniyor. Şu an sıcaklıkların yüksek olması balıkların bir araya gelmesini, göç yapmasını engelliyor, bu da balıkçılık av veriminin düşük olmasına yol açıyor.

Balıkçılar fazla sürü göremediklerinden şikayetçiler. Balıkların üreme dönemleri yaz ayları olmasına rağmen sonbahar aylarında hala üremenin devam ettiği ve balıkların yumurtalı olduğu da görülmekte. İklim değişiminin sonucu, balıkların üreme periyoduna ve göçlerine etki ettiğini gözlemlemekteyiz.

“MARMARA DENİZİ'NDE BİR DOĞAL AFET VAR, BUNDAN ETKİLENEN CANLILAR VAR”

- Madem sular geç soğuyor, balıklar hala yumurtada... Bu durumda siz yazdığınız raporlarda balık mevsimini bir ay sonra açalım gibi bir öneride bulunmayı gerekli görmüyor musunuz?

- Aslında balıkçılık yönetimi açısından bu da öngörülmesi gereken kurallardan biri olarak düşünülmeli. Bunu biraz da balıkçı tarafından da istenmesi lazım. Yani biz sadece balıkçılık yönetiminin bir paydaşıyız. Önerilerimizi sunuyoruz fakat balıkçıların talepleri her zaman daha baskın olmakta. Maalesef bilimsel temelli bir balıkçılık yönetimi yapılamıyor. Müsilaj için bilim ve teknik ekibi kuruldu. Ben ve Dekan hocamız bu ekibe dahiliz. Marmara Denizi'nde bir doğal afet var. Bundan etkilenen canlılar var. Dolayısıyla balıkçılığın tamamen durdurulması değil ama sınırlandırılmasına ihtiyaç var diye toplantılarda tüm akademisyenler dile getirdiler. Bu balıkçılık sezonu için bir gelişme olmasını bekliyorduk. Ama görüyorsunuz hiçbir önlem alınmadan avcılığın eskisi gibi devam etmesine karar verildi. Sadece küçük ölçekli balıkçılara verilen destek arttırıldı, bunun yanında Marmara Denizi'nden avlanan hamsilerin balık unu fabrikasına gitmesini engelleyen bir yönetmelik çıkarıldı. Bu alınan kararlar önlemli fakat yeterli değil. Biz en azından endüstriyel balıkçılıkta sınırlamanın olmasını beklerdik. Avcılık kotası getirilebilirdi. Bunlar yapılmadan sürdürülebilir balıkçılığın sağlanması mümkün değil.

2015 yılından beri bizim balıkçımız Moritanya'ya gitmeye başladı ve yeni sahalara açılmaya başladılar. Bizim de artık okyanusa açılmamız balıkçılıkta gelişmemiş ülkelere yönelmemiz gerekiyor. Artık okyanus balıkçılık yönetimi konuşuluyor. Bizim kapalı havzalarda değil, okyanusa açılıp yeni balıkçılık kaynaklarını bulmamız gerekir. Kendi balıkçılık kaynaklarımız sınırlı ve gitgide azalıyor.

“BİZİM DE ARTIK OKYANUSA AÇILMAMIZ BALIKÇILIKTA GELİŞMEMİŞ ÜLKELERE YÖNELMEMİZ GEREKİYOR”

- Balıkçılıkla çok yakından ilgili bir gazeteci dostumla geçenlerde dertleşirken, Rusya kara sularında başına gelen bir olayı anlattı ve o zaman Rusya’da bir Balıkçılık Bakanlığı olduğunu öğrendiğini ve bu bakanlığın balıkçıların çıkarları ile değil balık zenginliğinin korunmasıyla ilgili olduğunu anladığında çok şaşırdığını anlattı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

- Rusya balıkçı filosunun gelişimini tamamen okyanusa yönlendirmiştir. Hiçbir zaman filonun Karadeniz'de gelişmesini sağlamamıştır. Karadeniz'de en çok avcılık yapan balıkçı filosu biziz. Rusya neden yapmamıştır? Çünkü Karadeniz kapalı bir havza. Av miktarları sınırlı. Burada balıkçılıkta gelişim sağlanamaz. Oysa geniş sahada avcılığın yapılması lazım. Biz kapalı havzalarda balıkçılık filomuzu geliştirmişiz. Şu an Akdeniz ve Karadeniz ülkelerinin içinde balıkçılık filosu en güçlü olan biziz. En son yayınlanan FAO 2020 yılı raporunda balıkçılık kapasitelerine göre ülkeleri sıralandığında kullanılan teknelerin hem hacim (groston) hem de motor güçleri bakımından Türkiye ilk sıralarda yer alıyor. Oysa kaynaklar gitgide azalıyor. Bizde yanlış bir uygulama var. Balıkçı filosu desteklenmiş ve büyümesine müsaade edilmiş. Her ne kadar 2002 yılında yeni tekne yapımı durdurulmasına rağmen şu an bütün balıkçı gemilerin yenilendiğini görüyoruz. Yüzde yirmi büyüme hakkı veriliyor ve balıkçılar da bunları kullanarak filolarını sürekli geliştiriyorlar. Yeni teknolojik cihazları da kullanarak maksimum düzeyde avcılık yapıyorlar. Ama en verimli denizimiz Karadeniz ve Marmara Denizi, ikisi de kapalı havza. Oysa avcılığın daha açık denizlerde yapılması lazım. Tabii bu son 20 yılda av miktarlarımız gitgide düştüğü ve balıkçılar da borçlandığı için, eskisi gibi kar edemiyor. 2015 yılından beri bizim balıkçımız Moritanya'ya gitmeye başladı ve yeni sahalara açılmaya başladılar. Bizim de artık okyanusa açılmamız balıkçılıkta gelişmemiş ülkelere yönelmemiz gerekiyor. Artık okyanus balıkçılık yönetimi konuşuluyor. Bizim kapalı havzalarda değil, okyanusa açılıp yeni balıkçılık kaynaklarını bulmamız gerekir. Kendi balıkçılık kaynaklarımız sınırlı ve gitgide azalıyor.

“MÜSİLAJ BALIKÇILIK FAALİYETLERİNİN YAPILMASINI ZORLAŞTIRIYOR, AV MİKTARI DÜŞÜYOR, BALIKLAR KAÇIYOR”

- Müsilajda son durum nasıl, balıklara ve balık tüketenlerin sağlığına etkileri neler?

- Müsilaj, 2007 yılından beri sürekli Marmara Denizi’nde denizimizde görülen bir olay. Bunun varlığını biz balıkçılarımızdan öğrendik ve takip ediyoruz. Tüm kamuoyu ilk defa 2021 yılında yüzeye çıktı zaman öğrendi. Deniz kirliliği ve iklim değişimi sonucu bu olay ortaya çıkmaktadır. Her yıl Aralık, Ocak dönemlerinde balıkçıdan duyumlar alıyoruz. Bizi sürekli arıyorlardı. “Hocam bu sene yine müsilaj var, yine görmeye başladık” diyorlardı. Ama su sıcaklıkları düştüğünde yani kışı kış olarak yaşadığımızda bu durum kaybolabiliyordu. Ama geçen yıl ısı düşmedi. Eğer 12 derecenin altına düşseydi biz müsilajı yoğun olarak görmeyecektik. Bir yandan iklim değişimi oluyor diğer taraftan denize derin deşarjların olması azot ve fosforun aşırı atılmasından dolayı artıyor. Eğer atıkları iyi yönetemezsek, azot ve fosforu azaltamazsak, ileri biyolojik sistemlere geçemezsek ve su sıcaklıkları da düşmezse bunu sürekli göreceğiz. Kısacası duamız kışı kış olarak yaşayalım ama denize de hiçbir atık atılmaması gerekir. Ama öngörülen ileri biyolojik sistemlere geçişimiz galiba en az üç yılı buluyormuş. Çünkü ciddi ekonomik yatırımların yapılması gerekli.

Müsilaj nelere etki ediyor? Önce balıkçılık faaliyetlerinin yapılmasını zorlaştırıyor. Aslında en çok mağdur kesim yine balıkçı oluyor çünkü balıkçı ağını atamıyor. Attığı ağını denizden çekmesi neredeyse imkansızlaşıyor çünkü ağırlaşıyor. O ağları da bir daha kullanamıyor. Av miktarı da düşüyor. Olumsuz bir durum olunca balıklar nispeten o bölgeyi terk etme eğilimi gösteriyor. Ama kaçamayan, göç edemeyen canlılar var. O canlılar da zamanla üstü kapandığı takdirde ölebiliyorlar. Mercanların, deniz çayırların olumsuz etkilenmesi de söz konusu. Bu nedenle biyoçeşitliliği de kaybedebiliyoruz. Bu zaten jelatinimsi bir madde. Belki tehlikeli bir madde değil ama bazı bilim insanlarının endişesi ve zamanla tehlike oluşturabileceği yönünde uyarıları da var. Bu konuyla ilgili TÜBİTAK musilaj çağrısı kapsamında otuz yedi proje desteklendi ve bu projelere Eylül’de başlandı. Hem balığa etkisi hem diğer canlılara etkisi araştırılıyor. Araştırmalardan birini de bizim fakülteden arkadaşlarımız yapıyor, gıda güvenliği açısından balık tüketmemiz güvenli mi değil mi ilk analizlere başladılar. İlk analizlerde bir sorunla karşılaşılmadı. Ama şu an müsilaj da yok, bunlar dokuz ay boyunca takip edilecek. Müsilajlı zaman olduğunda bir tehlike olup olmayacağına arkadaşlarımız cevap verecek. Şu anda ben de yanlış bir şey söylemek istemem. Araştırmalar sonuçlanınca kamuoyuna doğru bilgiyi vermemiz gerektiğini düşünüyorum.

“MARMARA DENİZİ’Nİ VE CANLI KAYNAKLARI KORUMAK İÇİN ACİL OLARAK MEVZUATLARIN HAZIRLANMASI GEREKİR” 

- Hocam son söz, genel olarak neler öneriyorsunuz?

- Balıkçılık yönetiminde eksiklerimiz var, mutlaka ekosistem temelli bir balıkçılık yönetiminin yapılması gerekiyor. Ekosistemi izleyerek ve oluşan durumlara göre hareket edilmesi oldukça önemlidir. Marmara Denizi'nde geçen dönem yaşanmış istem dışı bir olay var. Bunu bir doğal afet olarak sınıflandırıyoruz. Bu olumsuz durumda daha iyi bir balıkçılık yönetiminin yapılmasını bekliyorduk. Ben bunu eleştiriyorum. Musilaj sırasında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Marmara Denizi için 22 eylem planı açıkladı. Bu eylem planlarından bir tanesi de Marmara Denizi’nin koruma alanı olarak ilan edilmesi. Bunun için ilgili mevzuatların çıkmadığını görmekteyiz. Marmara Denizi’ni ve canlı kaynakları korumak için acil olarak mevzuatların hazırlanması gerekir.

Prof. Dr. Akat: Enflasyon Türkiye’nin önünde büyük bir hendek, önemli bir makro dengesizlik

Sezgin Lüle: Robotik süreç ile yıllık 530 bin saatlik iş yükü azaldı

Yale’in ödüllü mezunu Karacan, Facebook’u ve başarılarını anlattı

Ülgen: Dijitalle tanışan müşteri sayısı hızla yükseliyor

Köksal’dan sihirli formül: Bütçe, tasarruf, birikim, yatırım, sepet

Prof. Dr. Gökçen Orhan: Kovid aslında bir pıhtı hastalığı

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/prof-dr-karakulak-balikcilik-filosu-kapali-havzayi-birakip-okyanusu-hedeflemeli/1608610