Amerika Birleşik Devletleri (ABD) donanmasına ait savaş gemilerinin 6 Temmuz 2020 tarihinde Güney Çin denizinde başlatmış olduğu tatbikat tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çevirdi ve muhtemel bir ABD-Çin rekabeti hakkında çeşitli spekülasyonların yapılmasına yol açtı. Söz konusu askeri hareketliliğin Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgedeki ABD savaş gemilerini yok edecek güce sahip olduğu yönündeki açıklamalarının ardından gelmesi ise tatbikatın önemini artıran en ciddi gelişme oldu. Buradaki dikkat çekici nokta, tatbikata katılan savaş gemilerinden birinin ABD’nin 7. filosuna bağlı USS Ronald Reagan uçak gemisi ve bir diğerinin de bölgeye tatbikat amacıyla gönderilen USS Nimitz uçak gemisi olması, yani tatbikatın iki uçak gemisinin katılımıyla icra edilmesidir.
Dünya üzerinde ilk defa ABD tarafından gerçekleştirilmiş olan bahse konu tatbikatlar serisinin aynı ülkeye ait uçak gemileri tarafından, diğer destek gemilerinin de iştirakiyle, müştereken bir harekât şeklinde icra edilmesi, Çin Halk Cumhuriyeti’ne verilen bir gözdağı biçiminde algılandı. İki uçak gemisinin bölgede icra ettiği tatbikat dünyadaki askeri güç dengeleri hakkında bilgi sahibi olanlar için çok önemli anlamlar içeriyor. Bilindiği üzere, Soğuk Savaş döneminde dünya iki kutuplu bir görünüme bürünmüş ve ABD ile Sovyetler Birliği iki farklı ideolojinin savunucuları olarak dünya siyasetine yön vermişlerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, İngiltere ve Fransa gibi dönemin güçlü devletlerinin askerî açıdan yıpranmasıyla birlikte, askeri ve ekonomik gücünün kendisine bahşettiği özgüven, ABD’yi komünizm karşısında dünyanın en kuvvetli güvenlik aktörü konumuna getirmiş, kısacası ABD artık “dünya polisi” veya diğer bir deyişle “dünyanın jandarması” olarak adlandırılmaya başlanmıştı.
Çin’in giderek artan askeri gücünün, Tayvan özelinde yürüttüğü tek Çin politikası, Hong Kong’da karşılaştığı sorunlar ve son olarak da Hindistan’la yaşanan sınır çatışmasıda görüldüğü üzere, saldırgan realist bir çizgi takip ettiği algısı hem bölge ülkelerinde hem de ABD’de tedirginlikle karşılanıyor.
Fransız jeopolitikçi Yves Lacoste’un “Büyük Oyunu Anlamak” adlı eserinde belirttiği gibi, bu dönemde ABD dünyayı yedi farklı bölgeye ayırmış ve her bir bölgeyi uçak gemisi filosu büyüklüğünde deniz kuvvetine sahip komutanlıklara bölerek “komünizme karşı mücadeleyi” sürdürmüştü. İlk dört filo Kuzey ve Güney Amerika kıtasının doğu ve batısında, 5. filo Hint okyanusu ve civarında, 6. filo Akdeniz’de ve 7. filo ise Uzakdoğu’da görev yapmakta. Soğuk Savaş’ın ardından bahse konu askeri kuvvet yapısı bozulmadığından, bu filolar halen bulundukları bölgelerde ortaya çıkabilecek tehdit ve tehlikelere karşı görevlerine devam ediyorlar.
Ayrıntılı analize geçmeden önce, bir uçak gemisi filosunun ne anlama geldiğini kısaca ifade etmek yerinde olacaktır. Filonun merkezinde, içinde yaklaşık 150 savaş uçağı ve 4 bin civarında askeri personel bulunan uçak gemisi, uçak gemisinin hava savunmasını güdümlü füzelerle sağlayarak bu gemiyi koruyan destroyerler, denizaltılar ve diğer destek gemileri yer alıyor. Aslında bu yapı yüzen bir vurucu güç olarak da ifade edilebilir. Bir uçak gemisinin büyüklüğünün ve kapasitesinin anlaşılması için şu bilgiyi vermeliyiz: İngiltere, Fransa ve Rusya birer, Çin ise iki adet uçak gemisine sahip. Fakat Rusya’nın, bakım ve yüzdürme maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle, sahip olduğu Amiral Kuznetsov uçak gemisini son yıllarda uluslararası sularda görevlendirmediği biliniyor.
Çin’in dış politik sorunlarda askeri güce başvurması ve/veya gerektiği taktirde başvuracağını açıkça deklare etmesi ABD’yi teyakkuzda bulunmaya sevk etmekte ve bu bağlamda Doğu Asya’da “gövde gösterisi” olarak nitelendirilebilecek iki uçak gemisinden oluşan görev grubunu içeren tatbikatlar icra etmeye zorlamakta.
Bir uçak gemisi filosunun güç ve kapsam bakımından ne anlam ifade ettiği hususuna kısaca değindikten sonra, Uzakdoğu’da bulunan ABD 7. filosunun temel misyonunun, bugün itibarıyla Sovyet Rusya’nın yerine Çin Halk Cumhuriyeti’nden kaynaklanabilecek güvenlik risklerini ortadan kaldırmak amacını taşıdığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bu kapsama Çin’in dünya üzerindeki rekabetçi ekonomik nüfuz ve gücünü de dahil ettiğimizde, ABD’nin Çin’e karşı temkinli davranmasının sebeplerini anlamlandırmak zor görünmüyor. Doğu Asya bölgesinde görevli ABD’nin 7. filosu yaklaşık 124 milyon mil karelik bir alanı kendisine sorumluluk bölgesi olarak tesis etmiş durumda. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısının yer aldığı bölgede görev yapan filo, beş büyük askeri gücün (Çin, Rusya, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore) bulunduğu coğrafyada devriye geziyor. Ayrıca ABD’nin bölgede bulunan altı müttefiki (Avustralya, Filipinler, Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Tayland) ile ikili askeri savunma anlaşmaları da mevcut. Halihazırda söz konusu bölgede görevli USS Ronald Reagan uçak gemisi, ana üs merkezi olan Japonya’nın Yokosuko limanında konuşlu bulunmakla birlikte, yılın yarısını sorumluluk sahasında devriye gezerek geçiriyor.
Özellikle 2000’lerden itibaren “barışçıl yükseliş” sloganıyla küresel alanda kendisine yer açmaya çalışan Çin Halk Cumhuriyeti ise kendi coğrafyasında askeri dengeyi sağlamak amacıyla savunma sanayiinde başlatmış olduğu bir hamleyle, Varyag isimli Sovyet yapımı eski bir uçak gemisini eğlence gemisi olarak kullanmak amacıyla Ukrayna’dan satın almış ve üzerinde motoru dahi bulunmayan söz konusu yüzen platformu kendi tersanelerinde yeniden faal bir uçak gemisine dönüştürmüştür. Liaoning adını alan söz konusu gemi 2012 yılında tamamlanarak Çin Halk Kurtuluş Ordusu donanmasına teslim edilmiştir. Hemen ardından Çin, ikinci bir uçak gemisi yapımına başlayarak 2017’de bu gemiyi de denize indirmeyi başarmış ve Shandong adını alan bu gemiyle birlikte uçak gemisi sayısını ikiye çıkarmıştır. Çeşitli kaynaklarda Çin’in bölgesel askeri dengede üstünlük sağlamak amacıyla üçüncü ve dördüncü uçak gemilerinin inşasına başladığı ve 2023’te üçüncüsünü, 2025 yılı civarında ise dördüncüsünü suya indirmeyi planladığı bilgisi yer alıyor.
ABD donanmasının bölgede icra ettiği tatbikatlar Çinli karar alıcılar nezdinde Çin’e karşı birer tahrik ve tehdit unsuru olarak algılanıyor ve Doğu Asya’da yaşanan ABD-Çin askeri rekabeti, önümüzdeki on yılda bu bölgenin, geleceğin Orta Doğu’su olacağı yönünde belirtiler gösteriyor.
Çin’in giderek artan askeri gücünün, Tayvan özelinde yürüttüğü tek Çin politikası, Hong Kong’da karşılaştığı sorunlar ve son olarak da Hindistan’la yaşanan sınır çatışmaları olaylarında görüldüğü üzere, saldırgan realist bir çizgi takip ettiği algısı hem bölge ülkelerinde hem de ABD’de tedirginlikle karşılanıyor. Çin’in dış politik sorunlarda askeri güce başvurması ve/veya gerektiği taktirde başvuracağını açıkça deklare etmesi ABD’yi teyakkuzda bulunmaya sevk etmekte ve bu bağlamda Doğu Asya’da “gövde gösterisi” olarak nitelendirilebilecek iki uçak gemisinden oluşan görev grubunu içeren tatbikatlar icra etmeye zorlamakta. Ancak ABD donanmasının bölgede icra ettiği tatbikatlar Çinli karar alıcılar nezdinde Çin’e karşı birer tahrik ve tehdit unsuru olarak algılanıyor ve Doğu Asya’da yaşanan ABD-Çin askeri rekabeti, önümüzdeki on yılda bu bölgenin, geleceğin Orta Doğu’su olacağı yönünde belirtiler gösteriyor.
ABD’nin yanı sıra, sorumluluk sahasının sınırlarını ilk defa Afganistan’a kadar genişleten NATO’nun Uzakdoğu’ya doğru genişleme ihtimali de gözden uzak tutulmamalı. Bu itibarla NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in açıklamalarından anlaşılacağı üzere, Çin’in elinde bulunan ve Avrupa’ya kadar ulaşabilen uzun menzilli füze ve nükleer silahlara yatırım yapması NATO tarafından bir tehdit olarak algılanmakta. Dolayısıyla Stoltenberg’in geçtiğimiz Haziran ayındaki “Kesin olan bir şey varsa o da Çin'in Avrupa'nın kapısına giderek yaklaştığı gerçeğidir” şeklindeki açıklaması, gelecekte NATO’nun alabileceği yeni roller konusunda önemli sinyaller içeriyor. (AA için makaleyi hazırlayan: Dr. Haluk Karadağ - Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi)