Yeni tip korona virüs (Kovid-19) hazırlıksız yakalanan dünya bundan sonra yeni bir denge arayışına girecek. Uzun süredir rekabet halinde olan küreselci, ulus-devletçi ve popülist hareketler yeni güç mücadelesinin başlıca aktörleri olacak. Eski alışkanlıklar kolay terkedilmeyecek ama tarihin akışı hızlanacak. Bu akışın istikametini bu günlerde alınan kararlar belirleyecek.
Kovid-19 salgını küresel düzenin bağışıklık sisteminin sanıldığından çok daha zayıf olduğunu gösterdi. Çin’de ortaya çıkan krizin merkezi kısa sürede İran’a ve ardından Avrupa’ya kaydı. Son haftalarda vaka sayısında ve kayıplarda ABD başı çekiyor. Ülkelerin virüse karşı ne kadar hazırlıklı oldukları, ne tür tedbirleri aldıkları ve kriz yönetim becerileri, yakın vadede pek çok iktidarın önüne ciddi bir politik mesele olarak çıkacak ve seçimlerin gerçekleşeceği ülkelerde sandığa yansıyacak.
Salgın öncelikle bir halk sağlığı meselesi olduğu için, liberal yahut muhafazakâr olsun herkes, kamu otoritesinin gücünü kullanmasını ve tedbir almasını bekliyor. Bunun normal olduğu aşikâr. Siyasi gözlemciler bu süreçte devletin gücünün artacağını ve güvenlik perspektifinin öne çıkacağını söylüyor. Bunda doğruluk payı olmakla birlikte, mesele sadece kamu düzenini korumaktan ibaret değil. Halk sağlığı, temel hizmetler, gıda, enerji, ulaşım ve haberleşme alt yapısı ve tedarik zincirinden oluşan eko-sistemin bütün halinde etkin çalışması gerekiyor. Ülkelerin kriz karne notunu bu eko-sistemin nasıl çalıştığı belirleyecek.
Kovid-19 sonrası dünyada bu eko-sistemin üç ana unsuru daha fazla önem kazanacak: Bio-güvenlik, siber güvenlik ve gıda güvenliği önümüzdeki on yılların öne çıkan konuları olacak. Biyolojik ürünler, tedavi yöntemleri ve aşılar, ayrıca bio-terör tehdidi, halk sağlığının ve ulusal güvenliğin ana başlıkları arasında yer alacak.
Her gün milyarlarca işlem internet ve sosyal paylaşım ağları üzerinden yapılıyor. Kovid-19 sonrası dünyada bunun daha da artacağını ve evden çalışma ve video konferans gibi yöntemlerin daha sık kullanılacağını öngörebiliriz. Bu yüzden haberleşme alt yapısı, siber güvenlik ve mahrem bilgilerin korunması çok daha önemli hale gelecek.
Son olarak gıda güvenliği, gıdanın hem nasıl üretildiği hem de nasıl tedarik edildiği konularında yeni uzmanlık ve yatırım alanlarının geliştirilmesini icbar edecektir. Aldığımız gıdanın doğal ve kimyasal bileşenleri ve bunların sofralarımıza nasıl ulaştırıldığı konuları daha büyük önem kazanacak.
Bu üç güvenlik alanı aynı zamanda ülkeler arasında ve küresel pazarlarda yeni regülasyonların gündeme gelmesini zorunlu kılacak. Tarım ve hayvancılık alt yapısı güçlü olan ülkeler bu sürecin kazananları arasında yer alacak.
Kovid-19 salgını uluslararası kurum ve kuruluşların zafiyetlerini de açığa çıkardı. Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve G20 gibi kuruluşların etkinliği, yetkinliği ve meşruiyeti artık tartışma konusu yapılacak.
BM’nin bu krizde etkisiz kalması, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” tezinin haklılığını teyit etti. AB özellikle İtalya ve İspanya’ya yardım yapmadığı yahut yapamadığı için ciddi eleştirilere konu oldu. Pek çok kişi “AB diye bir birlik gerçekten var mı?” sorusunu soruyor. Bu kurumların etkinliği ve meşruiyeti bu süreçten nasıl çıkacaklarına bağlı olacak.
Bu süreçte İtalya, İspanya ve İngiltere gibi ülkelere tıbbi malzeme gönderen Türkiye NATO ittifakının güvenilir bir üyesi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yeni tip korona virüsün dünya ekonomisine maliyeti ağır olacak. 2003’te SARS salgınının küresel ekonomiye maliyeti 40 milyar dolar civarındaydı. Kovid-19’un maliyetinin 3 ila 4 trilyon dolar arasında olacağı tahmin ediliyor. Avrupalılar yeni bir Marshall planına ihtiyaç olduğunu söylüyor ama Donald Trump yönetiminin böyle bir niyetinin ve imkanının olmadığı da bir sır değil. “Çin kendi Marshall planını önerebilir” tartışmaları ise, yeni ekonomik dengelerin gelecek istikameti konusunda önemli ipuçları veriyor.
Kovid-19 döneminin kazanan ve kaybedenlerinin kimler olacağını kesin olarak söylemek için henüz erken. Bu konuda matematiksel kesinliğe sahip öngörülerde bulunmak mümkün değil. Büyükler büyük, küçükler küçük kaybedebilir. Fakat kesin olan bir gerçek var: Artık büyük balığın küçük balığı yuttuğu çağda değil, akıllı ve çevik balığın bulanık sularda kendine en emin yolu bulduğu bir çağda yaşıyoruz. Kovid-19 sonrası dünyada ülkeler, bölgesel ittifaklar ve uluslararası kurum ve kuruluşlar artık bu gerçeği dikkate alarak hareket etmek zorundalar.
Bu süreçte milli ve yerli yeterlilik ile küresel işbirliği eşgüdüm halinde ilerlemek durumunda olacak. Salgın ülkelerin milli kapasitelerinin önemini ortaya koydu. Alt yapısı sağlam ve milli kapasitesi güçlü olan ve erken harekete geçen ülkeler, krizle daha başarılı mücadele ediyorlar. Türkiye sağlıktan haberleşmeye, tarım ve hayvancılıktan tedarik zincirine kadar her alanda yerli ve milli kapasiteye yatırım yapılmasının ne kadar önemli olduğunu bu süreçte herkese gösterdi.
Fakat uluslararası işbirliğini de göz ardı etmek mümkün değil. Hiçbir ülkenin bu tür afetlerle tek başına mücadele etmesi beklenemez. Bölgesel ve küresel işbirliği her zamankinden daha büyük önem arz ediyor. Dahası, eşitlik ve adil paylaşım üzerinde kurulu bir düzen, herkesin menfaatinedir.
Kovid-19 sonrası dünyada milli yeterlilik ve küresel işbirliği eş zamanlı olarak önem kazanacak.
Türkiye Kovid-19’la mücadelede en iyi durumda olan ülkelerin başında geliyor. Yıllardır sağlık alt yapısına ve hastanelere yapılan yatırımların ne kadar hayati bir önemi olduğunu bu pandemide gördük. Okulların tatil edilmesi dahil olmak üzere ilk tedbir paketini 12 Mart’ta açıklayan Türkiye, salgının önlenmesi sürecini en erken başlatan ülkelerden biri oldu. Açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Planı çalışanların ve iş dünyasının bu kritik süreçte nefes almasını sağladı. Acil bakım ünitesi, yatak kapasitesi, tıbbi koruyucu malzeme üretimi ve ilaç tedarikinde Türkiye bir sorunla karşılaşmadı.
12 Mart’tan bu yana hava, kara ve deniz ulaşımının durdurulması, sınırların kapatılması, şehirlerarası yolculukların yasaklanması, 31 ilimizde hafta sonları sokağa çıkma kısıtlaması getirilmesi, sosyal mesafenin korunması, izolasyon, test, evde kalanların ihtiyaçlarının karşılanması için güvenlik güçlerinin ve kamu çalışanlarının yeni ağlar kurması gibi alınan yüzlerce tedbir, Türkiye’nin salgınla mücadelede etkin bir kriz yönetimi gerçekleştirmesini sağladı.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın bu süreci an be an takip ederek bütün kaynakların seferber edilmesini sağlaması bu başarının elde edilmesinde anahtar bir rol oynadı. Son olarak Başakşehir Şehir Hastanesi’nin hizmete açılması, Sancaktepe ve Atatürk havalimanında iki yeni hastanenin yapımına başlanması ve yerli solunum cihazlarının üretilerek hizmete sunulması, salgınla mücadeledeki başarı ivmesini hızlandırdı.
Buradan çıkan iki önemli sonuç var: Doğal afetlerle mücadelede sağlam alt yapı ve güçlü liderlik, kriz yönetiminin vazgeçilmez unsurlarıdır. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yapılan alt yapı yatırımları, sergilenen kriz yönetim başarısı ve kurumlar arası eşgüdüm, toplumdan da büyük destek görüyor. Türkiye bu alanlardaki güçlü performansıyla diğer ülkelere de örnek teşkil ediyor.
Kovid-19 salgını mevcut dünya sisteminin kırılgan fay hatlarını daha belirgin hale getirdi. Bu süreçten çıkarılacak dersler, insanlığın gidişatını belirleyecek. Bu salgının bizi birbirimize yaklaştırma potansiyeli de var, daha fazla uzaklaştırma ihtimali de.(AA için makaleyi hazırlayan: Doç. Dr. İbrahim Kalın - Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkanvekili)
Yaklaşık iki asırdır tabiatı hoyratça kullanan ve hırpalayan insanlık burada ciddi bir muhasebe yapabilir ve hayatın önceliklerini gözden geçirebilir. Çevre krizi, iklim değişikliği, biyolojik ve kimyasal silahlar, GDO’lu ürünler, organik tarım gibi konularda köklü bir paradigma değişikliğine gidilmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Akıl ve hikmete dayalı bir muhasebe, yerin ve göğün, toprağın ve suyun nefes almasını sağlayacak ve şüphesiz hepimizin hayrına olacaktır.