Koronavirüs salgını insanları farklı önlemler almaya iterken kimi zaman hastalıktan yana duyulan kaygı ve panik duygusu psikolojik sıkıntıları da beraberinde getirme riski yaratıyor.
Bu riskleri ve bunlardan nasıl korunabileceğini uzman isimlere sorduk.
Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, bu kaygıları “Koronafobia” yani “korona korkusu” olarak nitelendirdi.
Peki panik ve kaygıda abartıya kaçılması insan ve toplum psikolojisini nasıl etkiler?
Uzman Psikolog Yasemin Meriç Kazdal, kaygının kişiyi tedbir almaya yönlendirmek gibi koruyucu bir etkisinin olduğunu ancak aşırıya kaçması halinde yaşamı zorlaştıracağını söyleyerek, sözlerini şöyle devam ettirdi:
Uzun süren panik durumu hem ruhsal hem de bedensel açıdan yıpratıcıdır. Panik ve yoğun stres kişiyi sürekli yakın gelecekle ilgili yoğun kaygılara odaklı kalmasına neden olur ve yaşadığı anın farkına varmasını, o anın tadını çıkarmasını imkansızlaştırır. Hayatın olumlu taraflarını görmesini engelleyebilir ve yoğun kaygı bir zaman sonra depresif duygu durumu beraberinde getirebilir.
Bu süreçte neler psikolojiye iyi gelir?
Kazdal bu duruma karşın şu öneride bulundu:
Sakin kalmaya çalışmak, felaket senaryolarından uzak durmak, uzmanların önerilerini dinlemek, uzman olmayan kişilerin yorumlarından ve spekülasyonlarından korunmak, duygusal kaynaklarınıza yoğunlaşmak, Sevdiklerinizden ve yakınlarınızdan duygusal destek almak bu dönemde kişiye iyi gelecektir.
“Sosyal anlamda kısıtlanmak ilişkileri bozma noktasına getirebilir”
Koronavirüs nedeniyle insanlara toplu yerlerden, etkinliklerden bir süreliğine uzak kalma önerileri de getiriliyor.
Peki bu toplumsal ilişkileri nasıl etkiler? Kazdal bu soruyu da şöyle cevapladı:
Bulaşıcı bir hastalık riski nedeniyle insanlar arası fiziksel temasın kısıtlanması ya da az sayıda insanla görüşüyor olmak, sosyal olarak kısıtlanmak kişiyi ilk aşamada huzursuz hale getirip ilerleyen zamanlarda da ilişkileri bozma noktasına getirebilir. Öncelikli olarak bu durumun geçici olduğunu hatırlamak lazım. İnsanlar arası ilişkilerin çok farklı boyutları vardır. Sarılıp öpüşmenin ya da kısıtlı bir aradalığın yaratacağı uzaklık ve izolasyon hissinden korunmak için bol bol sohbet etmek, duyguların yazılı ya da sözlü paylaşımı, ben diliyle konuşmak, özellikle geleceğe yönelik olumlu beklenti aktarımı gibi yaklaşımlar insanlara iyi gelecektir. Böyle zamanları kenetlenmek ve duygusal olarak destek olmak bağlamında değerlendirmek çok daha yapıcıdır.
“Aynı kişilerle uzun süre bir arada kalmak sıkıntı getirebilir”
Koronavirüs’ün ilk başladığı Çin’in Vuhan şehrinde karantinanın bitmesiyle birlikte yüzlerce çiftin boşanmak için mahkemelere başvurduğu iddiası da gündeme geldi.
Uzun süre bir arada kalmanın insanların ilişkilerini gerebileceğini Kazdal da doğruladı:
Sosyal hayatın kısıtlanmasıyla çok daha uzun süreler aynı kişilerle bir arada olmak da bazı sıkıntıları beraberinde getirebilir. İnsanların deşarj oldukları ya da eğlendikleri bazı aktivitelerden uzak kalması birlikte yaşadıkları kişilere karşı bir tahammülsüzlük oluşturabilir. Bunun da önüne geçmek için aynı evin içinde olunsa bile bireysel zamanlar yaratmak faydalı olacaktır.
“Aşırı tepki hali öncesinde de ruhsal zorlanmalar olduğunu gösterir”
Psikiyatrist Cemal Dindar da bu tür durumlarda korku ve kaygının ortaya çıkmasının normal olduğunu belirtti ancak devamında şu uyarıda da bulundu:
Fakat şunu unutmamak gerekir, çoğunluğun tepkisinden kopmuş bir tepki hali gerçekte kişinin daha öncesinde de ruhsal zorlanmaları olduğunu gösterir. Belki de bu yeni durum bir ruh sağlığı çalışanına başvuru için bir uyarı olabilir. Hastalığı yaşayanlar ya da hastalık nedeniyle yakınını kaybedenler bunun dışında tabii ki. Yakınlarını kaybedenler için bir yas tepkisi olağandır ve toplumsal sistemin bu süreci de iyi yönlendirmesi gerekir. Hastalığın bulaştığı kişilerin karantina süreçlerinin insanileştirilmesi ve tecrite dönüşmemesi de önemli. Bir de şunu söylemek lazım; sağlık çalışanlarının değeri mevcut sağlık sisteminde çok düşürülmüştü. Onların eylediği hizmetin değerini de toplum bu vesileyle hatırlar umarım.
“Toplumun önce korku ve paniğe karşı aşıya ihtiyacı var”
Salgınların toplumların psikolojilerinde olduğu kadar sosyolojik yapılarında da önemli değişimlere etkisi oluyor.
Bu soruyu da Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç.Dr. Barış Erdoğan’a sorduk.
Erdoğan, kaygının toplumsal bir korku ve paniğe dönüşmesinde bir kaç temel nedeni olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
Elde tutarlı ve açık bilgi olmayınca şehir efsaneleri sosyal medya aracılığıyla yayılıyor, ardından gündemi ele geçirmek isteyen diplomalı diplomasız adeta şarlatanlar reyting kaygısı taşıyan programlarda boy gösteriyor bilimsel kanıta dayanmayan verilerle halkın kafasını karıştırıyorlar, sonunda paniği eleştirir gibi gösteren haberleri, örneğin marketleri adeta talan edenleri izleyenler ‘milletin bir bildiği var, ben ne olur olmaz yine de tedbirimi alayım’ deyip onlar da panik kervanına katılıyor. Panik adeta bir sarmal gibi kendi kendini üretip büyümeye devam ediyor. Korana virüs aşısından önce toplumun ihtiyacı korku ve paniğe karşı bir aşı. Korku ve panik ortamından en çok faydalananlar ise piyasanın kendisi oluyor.
“Salgınlar uzun vadede yeni toplumsal düzenlemeleri sağlamıştır”
Erdoğan, virüse karşı sıkı tedbirler alınmasının gerekli olduğunu ancak gereksiz korkunun virüsün kendisinden bile daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söyleyerek sözlerini şöyle tamamladı:
Salgın ve bulaşıcı hastalıkları her zaman kötü bir olgu olarak görmemek de lazım. Kısa vadede ateş düştüğü yeri yakıyor ama uzun vadede her büyük salgın sonunda daha iyi ve yeni toplumsal düzenlemelerin oluşmasına bilimin ilerlemesine katkı da sağlamıştır. Aşı biliminin gelişmesini çiçek hastalığına borçluyuz. Antibiyotikler verem ile birlikte gelişti. Frengi kemoterapinin ilk adımı için vesile oldu. AIDS cinsel davranışları denetlemede farkındalık yaratt. Veba Ortaçağ Avrupası’nda feodalizmi yıkmış, toplumsal, ekonomik, mimari tüm düzenin değişmesine vesile olmuştur.