Chicago Üniversitesi’nde araştırmalarına devam eden Prof. Ufuk Akçiğit, Türkiye ekonomisinin veriler ışığında şirketler üzerinden röntgenini çekmeye çalışıyor. Uzun yıllardır küçük ölçekli şirketleri destekleyen teşvik politikaları uygulayan Türkiye için Akçiğit’in ezber bozan tespitleri var. "Küçük kalmanın cazip olduğu bir ortamda, şirketlerin büyümesini bekleyemezsiniz" diyen Prof. Akçiğit’e göre Türkiye kaynaklarını büyük şirketler arasındaki rekabeti artırabilmek için başaltı şirketleri desteklemeye ayırmalı.
Makro ekonomi ve modern büyüme teorisi üzerine yaptığı çalışmalarıyla Almanya’nın Max Planck-Humboldt araştırma ödülünü alan Akçiğit, Türkiye Merkez Bankası, Danimarka Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı, Chicago Merkez Bankası’nın yanı sıra Uluslararası Para Fonu'na (IMF) da danışmanlık yapıyor.
Prof. Akçiğit ile Türkiye’nin en büyük sorunu olan işsizliğin çözümünü, bu çözümde başrol oynayacak şirketlerin durumunu ve sağlıklı büyüme politikalarını konuştuk.
İstihdam artışının tek yolu teknoloji ve inovasyon
DW: İşsizliğin çözümüyle ilgili bir model öneriniz var mı?
Her ülkenin ayrı bir hikayesi var. Her ülkenin kendi hikayesini yazması gerekiyor. Şirketler, kişiler ve sektörler bazında verilere bakıp, detaylı analizlerin yapılması gerekir. Bir de kişileri anlamamız gerekiyor. İşsizlik sorununa da sistematik yaklaşılması gerekiyor.
Uzun vadede istihdam artışının tek yolu yeni teknolojiler ve inovasyon. İnovasyonla yeni geliştirilen bir uygulamayla, çok para kazandıracak şirket kurmayı kastetmiyorum. Kişilere para kazandıracak inovasyonlarla, topluma sosyal fayda sağlayacak inovasyonlar mutlaka aynı şeyler değildir. Vergi kaynaklarını gerektiğinde, devlet olarak çok kârlı olmayan alanlara aktarmalıyız.
İnovasyonun iki ayağı vardır. İlk ayağında, üniversiteler ve kamu araştırma laboratuvarları aracılığıyla temel buluşlar (basic innovation) yapılır. İkinci ayağında ise o ülkenin şirketleri bu temel buluşlar üzerine uygulamalı inovasyonlar (applied innovation) geliştirir. Başarılı ülkelerin hep güçlü üniversiteleri olması ya da başarılı şirketlerin üniversitelerin etrafında olması bir rastlantı değil.
Büyüme için inovasyon politikası oluşturmak, bu politikayı oluşturmak için de, üniversiteleri güçlendirmek gerekiyor. Güçlü üniversitelerin geliştirdiği temel teknolojileri uygulamak ve yaymak gerekiyor ki rekabet ortamı oluşsun. Bir kahve makinesi geliştiren şirketten feyz alan diğerleri de benzer ürünler geliştirecek ve fiyatlar aşağı gelecek. Bu defa kahve makinesini ilk geliştiren şirket, kâr marjı düştüğü için yeni ürünler geliştirmeye çalışacak. Şirketler piyasada tek kaldığında, yeni ürüne yönelmiyorlar. Bu rekabetçi ortamı yaratmak için iyi mühendislere dolayısıyla iyi üniversitelere ihtiyaç var.
Ücret farkı 15 kat
Yıllardır start-upları, teknokentleri konuşuyoruz. Bu tespitler uzun yıllardır yapılıyor. Burada ülke olarak neyi eksik yapıyoruz? Mesele sadece finansman mıdır?
Türkiye gibi ülkelerde şirketler daha küçük olduğundan dış kaynağa duyarlı oluyorlar. Akıcı, etkili bir finans piyasasına ihtiyaç var. Girişim sermayesi (venture capital) piyasaları sadece kaynak değil, çalıştıkları şirketlere yönlendirme ve bilgi akışı da sağlıyor. Bu tür yapılar, start-uplar için çok önemli.
Üniversitelere ayrılan kaynaklarda dışarıya göre gözle görülür bir fark var. ABD’de üniversitelerde başlangıç ücretleri aylık 15 bin dolar, Türkiye’de devlet üniversitesinde bin dolar. Ücretler, araştırmaya ayrılan kaynaklar konusunda ciddi bir fark var. Dolayısıyla fırsatı olan Türkiye’de bilim yapmak yerine dışarıyı tercih ediyor. Eldeki kaynakları iyi kullanamıyoruz. İkincisi, finans kısmında neyin konuşulduğu çok önemli. Türkiye’de patentlerin ikinci el piyasada satışı sıfıra yakın, ABD’de yüzde 20. Yeni bir ürün bulmanın dışında, onu doğru kişiyle buluşturmak da gerekli. Bu teknolojileri satabilmek için ortamı ve gerekli mevzuatları oluşturmalıyız.
Şirket evliliklerinin önünün açılması çok önemli. Özellikle çok fazla küçük şirketi olan ülkelerin, şirketlerini büyütebilmenin yollarını aramalı. Diğer ülkelere göre bizde şirketler mikro seviyede kalıyor. Bu boyuttaki şirketleri desteklemek önemli ama kaynaklarımızı orta boyuttaki şirketleri büyütmeye harcamalıyız. İnovasyonu yapan kişiyi mutlaka şirket kurmak zorunda bırakmamamız gerekiyor. Herkes iyi olduğu işi yapmalı. Bunların önünü açacağımız mevzuatlara odaklanmalıyız.
Mikro kredi genel verimliliği artırmıyor
Türkiye, son çeyrek asırdır, büyükler yerine küçük ölçekli şirket desteklerine ağırlık veriyor. Ortaya çıkan tabloda küçük ölçeklilerin büyümeyi tercih etmediğini görüyoruz. Bunun gerekçelerini analiz edebildiniz mi?
Gelişmekte olan ülkelerin sorunu, küçük şirketlerin ya da girişimcilerin az olması değil. Ben bu ülkelerde çok fazla girişimci olduğunu düşünüyorum. Mikro kredi programlarının dar gelirlileri desteklediğini düşünebilirsiniz ama verimlilik açısından düşündüğümüzde, bu programlar genel verimliği artırmıyor. Bu tür kredi programlarından çıkan süper star bir şirket yok. Bizim ülke olarak, uluslararası rekabet yapabilecek ulusal şampiyonlar yaratmamız gerekiyor. Burada, birkaç çalışanı olan şirketleri birkaç yıl içinde ulusal şampiyonlara dönüştürme şansımız yok. Orta ve üstü şirketleri daha nasıl büyütebiliriz, bunu sorgulamamız gerekiyor.
Başaltı şirketler desteklenmeli
Türkiye fotoğrafında ne görüyorsunuz?
Şirketler açısından rekabetçi ortamın 2012-13’lere kadar iyi gittiğini görüyoruz. Bu tarihten sonra rekabetçi ortamda zayıflama olmuş. Piyasa lideri şirketle kafa kafaya rekabet eden şirket kalmamış. Yurtdışından kredi erişimi olan en büyük şirketlerin durumunda bozulma görmedik. Yurtiçi piyasalara bağımlı olan başaltı şirketlerde zayıflama olmuş. Bunun sonucu olarak, piyasa lideri şirketler fiyat artırmış, kâr marjları artmış. Kritik nokta, verimlilikte artış olmamasına rağmen kârlılık artmış.
Bu da fiyatlar üzerinde enflasyonist baskı yaratıyor.
Büyük şirketler arasındaki rekabeti artırabilmek için bizim başaltı şirketleri desteklememiz gerekiyor. Verilere baktığınızda, en küçük şirketlere aşırı yüklenmek yerine kaynakları başaltı şirketlere doğru aktarmak, en tepedeki şirketler arasındaki rekabeti artıracağından hem büyüme hem istihdam hem de enflasyonu aşağı çekmek için etkili bir politika olacaktır.
Küçük kalmak cazip
Ulusal şampiyon yaratmak için en büyükleri değil, başaltı şirketleri destekleme gerekçesini biraz daha açar mısınız?
Türkiye’deki en büyük şirketlere, rekabet baskısı yaratacak bir grup şirket yaratmak önemli olan. Orta ve büyük ölçekli şirketlere yönelip, şirket evlilikleri ve sübvansiyonlarla onları büyütmek, derdimiz olmalı.
Kaynakları küçük şirketlere aktardığınızda, bunlar hiçbir zaman orta ölçekli bir şirket olmak istemeyecek çünkü devlet desteğini kaybediyor. Küçük kalmanın cazip olduğu bir ortamda, şirketlerin büyümesini bekleyemezsiniz. Orta ölçekli şirketleri desteklemeye başladığınızda, küçükler de büyümek isteyecek.
Şirketlerin büyüklüklerine baktığımızda ilginç bir yığılma gördük, 50 kişinin altında çalışanı olan şirketlerin miktarında çok ciddi bir fazlalık var. Detaya indiğinizde, 50’nin üzerindekiler için, engelli çalıştırmaktan, sağlık kurulu oluşturmaya kadar bir dizi kural devreye giriyor. Aynı şehirde 50 çalışanın üzerine çıkan şirketler için getirilen kurallara tabi olmamak için büyümek isteyenler, ayrı şehirlerde şirket kuruyor. Bu da verimlilik kaybı yaratıyor.
Her bir büyüklükteki şirketin ortalama ömrüne de baktık. Çalışan sayısı 50’nin altında olan şirketlerin ömürleri, daha büyüklerden uzun çünkü Türkiye’de bazı şirketler yıllardır "büyümemeyi, 49 çalışanda kalmayı" adet edinmişler. Dinamizmden uzak şirketler topluluğu, sorunu var. Bu yığılmanın önüne geçilmeli. Sorun denetimse örnek olarak denetimi yaygınlaştırmak gerekir.