Kurumsal iletişim sektörünün en önde gelen temsilcilerinden Zuhal Şeker, yönetim kadrolarında kurumsal iletişimi profesyonel boyutta konumlandıramayan kuruluşların; “iletişim” başlığı kapsamı altında pek çok işi dünyanın çok gerisinden izlemek durumunda olacağına dikkat çekti. Bugüne kadar Turkcell, Ülker, Toyota gibi sektörlerinin öncü firmaları ile çalışan Şeker, “İletişimin gelişme süreçlerinin önemli bir parçası olduğunu öngöremeyen şirketler var ve ne yazık ki bu şirketlerin geleceklerini kurmaları çok mümkün olmayacak. Vizyonu halen yeterince gelişkin olmayan şirketler bunu bir ihtiyaç olarak düşünmüyor” diye konuştu.
Kurumsal iletişimin günümüz şirketlerinde ciddi bir disiplin olduğunu belirten Şeker, “Kurumlar markalaşmak ve kendilerine değer katmak istiyorlarsa; yönetim kadrolarında tıpkı pazarlama, finans ve insan kaynakları gibi 'Kurumsal İletişim' biriminin de mutlaka oluşturulması gerektiğini” vurguladı.
İş dünyasında kadın-erkek eşitliği konusunda gözlemlerini de paylaşan Şeker, “Kadınların erkeklere nazaran bunun için çabalaması birkaç kat fazla çalışması gerekiyor. Ben de kişisel olarak kendimi böyle bir mücadele içinde buldum. Erkekler iş hayatında bizi destekliyor gibi görünseler de öyle olmadı. Aynı pozisyonda çalışan kadın ve erkeklerin “eşit gelir” e sahip olamamaları bir efsane değil de gerçeğin ta kendisidir. Kadın bizim ülkemizde iş hayatında maalesef eşit koşullarda değil. Hep bir geride kalmaya zorlanıyoruz biz…” dedi.
Pause Citys dergisinin Aralık 2018 kapak konuğu Zuhal Şeker’in iş dünyasına ve marka yönetimine dair açıklamaları şöyle:
Birbirinden farklı sektörlerde değişik deneyimleriniz oldu. Sizi dinlerken bir kitap okur gibi oluyorum. Geçmişe şöyle dönüp bakınca neler kaldı sizde? Nasıl başladı bu yolculuk?
İş hayatımdaki tecrübelerimin hepsinin bana bir kazancı oldu ve hiç birini birbirinden ayıramam. Fakat bana en büyük tatmini veren işlerim, topluma katkı sağlayan, insanlara yol açan iletişim işleri oldu. İletişim işinin böyle bir tarafı var, işinizi yaparken aynı zamanda sosyal destekler sağlama imkanı da buluyorsunuz. Mesela ilk işim bir denetim firmasında denetçilikti. Çok önemli bir iştir denetçilik ama kendimi ifade etmem konusunda yeterli bir alan açamayacağını düşündüğüm için bırakmıştım bu alanı. İletişim sektörü ise, tam da hedeflerimi gerçekleştirmek konusunda yeterli zemini sağlayan bir alan oldu bana. Gazete ve reklam ajanslarında ki iki yıllık deneyimden sonra, karşıma hep kendi sektörlerinde değişim başlatan öncü şirketler çıktı. Toyota, Yapı Kredi Sigorta ve diğerleri. Ki Yapı Kredi Sigorta’da ilk yaptığım iş Afife Ödülleri’dir. Haldun Dormen’le birlikte yapmıştık.. 20'li yaşlarda Afife ödüllerini kurgulayıp da yönetmek muhteşem bir deneyimdi…
Günümüzde şirketlerin iletişim çalışmalarına ayırdıkları imkanlar çok kısıtlı. Bütçeler çok zayıf. Nasıl oldu da o dönem, böyle bir projeye ikna oldular?
Günümüzde de böyle ama geçmişte de böyleydi. Belirttiğim gibi ben değişim başlatan öncü şirketlerde çalışma şansı buldum. Ki bu şirketler vizyonlarını hayata geçirmek için iletişimin önemli bir paydaş olduğunu kavramış şirketlerdi. Örneği Yapı Kredi Sigorta’dan vereyim. O zaman ki CEO’muz Erhan Dumanlı ne denli vizyonermiş ki bana brief verirken beklentisini “sigorta şirketleri birbirine çok benziyor bizim müşterilerimiz için farklılaşabileceğimiz bir alan olsa” diye ifade etmişti. Onun üzerine tiyatroyu düşündüm çünkü çok unique bir alandı. Kimsenin sponsorluk çalışmaları yapmadığı bir alandı. Haldun Dormen’i arayarak, projeden söz ettim ve sağ olsun ki kabul etti.. Hatta kitabında bundan da bahsetmiş. Öyle değerli insanlarla çalışmak benim için çok öğretici oldu. Sonra kalktık Afife Ödüllerini kurguladık. Bakın halen devam ediyor. Benim en büyük servetim bu hayatta geçmişte yaptığım çalışmaların günümüzde devam ediyor olması. Afife devam ediyor. Kardelenler devam ediyor. Ülker’de pek çok yönettiğim proje devam ediyor. Adı kendinde yükselen güzel çalışmalar oluştu.
İlk global çalışma deneyiminiz için başlangıç Toyota diyebilir miyiz?
Toyota o dönem Sabancıların Japonlarla birlikte Toyota markasını yönettikleri bir dönemdi. Orada çok değişik bir kültürü yaşama, öğrenme fırsatım oldu. Japonların iş anlayışı, çalışma disiplini, bakışı, global bir şirketin, lokal bir şirketi satın alması, onlarla birlikte uyumlu çalışması, benim o ortamda bulunuyor olmam, o deneyimlerim bana çok değer kattı. O çalışmaların benim hayatımdaki ilk global tohumlar olduğunu görüyorum. Üstelik Türkiye’nin en büyük gruplarından Sabancı’nın yönetim tecrübesine de tanıklık ettim.
Ama Toyota, sektörü itibarıyla tabii çok erkek dominant bir dünyaydı. Otomobil sektöründe bir kadın olarak kariyer yapmak önemli bir deneyim oldu benim için.
Öte yandan o dönem için Toyota en büyük reklam verendi. Reklam ile iletişim konularının birbirinden ne denli farklı alanlar olduğunu gazetecilere anlatmak konusunda ilk tecrübelerimi de orada edindim. Hiç unutmam; ilk Türkiye üretimi Corolla aynı zamanda Avrupa lansmanı yapılacak olan bir araçtı… Brad Pitt reklamlarında oynuyordu. Avrupa’ya gidip iletişim stratejilerini dinlemiştim. Türkiye’deki lansmanını yaparken o kadar çok uğraştım ki; çok çok başarılı bir PR coverage aldık. Sonra bir köşe köşe yazarı o zamanki Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenine seslendiği bir yazı yazdı ve “ ey genel yayın yönetmeni; PR’a bu kadar yer açarsan, şirketler bedava reklam yapar, sen de reklam alacağım diye beklersin” mealinde bir yazıydı bu.
Buna çok öfkelendim. Çünkü; bahsi geçen birbirinden apayrı iki alandı. Dediğim gibi Corolla çok büyük reklam verendi. Reklam da vermiştik.. O köşe yazarının bu iki disiplini karıştırmış olması çok büyük bir hataydı. Bütün cesaretimi topladım ve o günkü genel yayın yönetmenine iletişimin anlamını ve reklamdan farkını anlatan bir yazı yazdım. İletişim sektörünün hangi zamanlardan geçtiğini anlatmak için verdim bu örneği. İletişim işi çok mücadele gerektirir ve ben de çok mücadele verdim.
Toyota’dan sonra Turkcell deneyiminiz geliyor. Orada nasıl bir ortamla karşılaştınız?
Turkcell Türkiye’nin öncü dijital şirketlerindendi. O döneme değin geleneksel işkollarını bilen Türkiye’de farklı bir disiplinde faaliyet gösteren Turkcell’i herkes gibi ben de merakla izliyordum. Bu merak daha sonra bu yapının bir parçası olmayı istemeye dönüştü. Teknoloji, dijitalleşme konuları bilmediğim ama öğrenmek için çaba gösterdiğim yeni alanlardı. Ve bu alanların geleceğin işleri olacağını erkenden fark etmiştim.
Turkcell’de çalışmak hedefim haline gelmişti. İlgim, merakım, çabam ve geçmişteki zorlu iş tecrübelerim bana Turkcell kapısını açtı.
İş görüşmesi bile çok zor ve öğreticiydi, Turkcell de. Görüştüğüm iş liderlerini düşündüğüm zaman şimdi bile o günkü ürpermemi hatırlıyorum.Murat Vargı Türkcell’in halen cher olderlarından birisi, Ersin Pamuksüzer de ilk mobil teknolojiyi Türkiye’ye getiren Ericsson’un yöneticisiydi o dönem. Muzaffer Akpınar da Genel Müdür’dü… Ben bütün proseslerden geçtim ve hayatımın en öğretici iş görüşmelerimden birisiydi. Ve ilerleyen zamanlarda bu değerli iş liderlerinden yetki alıp iş geliştirebilmek emsalsiz deneyimler kazandırdı bana. Büyük bir öğrenme ve yetkinlik kazanıp öğrendiklerini uygulama süreciydi orada yaşadıklarım.
Turkcell’e girince ilk önce konuştukları dili öğrenene kadar yani iş dillerini anlamak için bir hayli zorlandım. Öyle ki; hiç unutmuyorum ilk toplantımın sonunda, tuvalete gidip annemi aradım ve “ anne burası nasıl bir yer, ben burada konuşulanları hiç anlamıyorum. Bu işi yapabilecek miyim” dedim. Çok tatlı bir kadındır annem “Toyoto’ya girdiğinde öyle demiştin. İşine bak” dedi. Önce afalladım sonra toparladım. Muzaffer bey vizyoner, öğreten ve fikirlere açık bir genel müdürdü ve orası benim dreem company’im oldu. İnandılar, onay verdiler, izin verdiler çok güzel işler yaptık. Sağlıklı bir mali yapısı olan, ileri görüşlü, kazanan ve kazandıran bir şirketti dolayısıyla, sosyal sorumluluk anlamında hem şirketin brand equitysine katkı sağlayan işler yapabildik. Benim hayatta en inandığım şey “kadro”… Kadrosuz ve vizyonsuz hiçbir şey yapamazsınız. Lideriniz iyi olursa size ufuk açıyor ve siz onun arkasından rüyayı birlikte görüyorsunuz. Bu sayede Turkcell’de Kardelenler sayesinde pek çok kız çocuğunun eğitim rüyası da gerçeğe dönüştü.
Ardından daha farklı bir sektör Ülker giriyor hayatınıza...
Ülker, Türkiye’nin lokal bir gıda şirketinin dünyaya açık ve hatta alanında dünya liderliğini hedeflemeyi telaffuz eden bir şirkete dönüşme hikayesini yazan biricik örneklerden biridir. Allah’ın şanslı kulu olmalıymışım ki ben Ülker’de adım adım bu dönüşümü yaşadım. Bu dönüşümün iletişi ayağını yönetme fırsatı buldum. 12 yıl aktif olarak çalıştım Ülker’de. Gıda sektörü de erkek ağırlığının olduğu bir sektördür. Ülker de yine erkek egemen bir yapı buldum ama kadın çalışan sayısının arttığı bir dönem oldu. Markaların yenilendiği, inovasyonun geliştiği, üretimin artıp çeşitlendiği yani her manada baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir zaman dilimiydi. Türkiye’nin en büyük yabancı satın almasının yani Godiva satın almasının yapıldığı o günler her manada rüya gibiydi. Çünkü böyle bir örnek hiç olmamıştı. Ki ardından başka markalar eklendi ve dünyaya açılma süreci başladı.
Şimdi Grubun danışmanı olarak çalışıyorum. Hem CEO’ya hem Grubun Yönetim Kurulu Başkanına… Görevimi, işlerimi İngiltere’den yapıyorum. Ülker’de aktif çalışmamın son üç yılında da Londra’da görevliydim. Markanın kendini yeniden yapılandırılması için yerinde bir geçiş oldu. “Pladis” diye bir şirket ismi doğdu. Bu markayı ekiple birlikte yapılandırdık. Pladis’in corporate çalışmları, kurumsal kimlik çalıimaları ile Avrupa’nın en iyi kurumsal kimlik çalışması ödülünü aldı. Çok çalışınca oluyor. Benim başarımda hayatımdaki en önemli motivasyonum çok çalışmak.
Hayallerinizi gerçekleştirdiğinizi söyleyebilir misiniz?
Evet ama şimdiki hayalim şu; bütçesi benim gibi profesyonelleri tam zamanlı olarak karşılayamayacak olan şirketlere iletişim desteği verebilmek. Kendi şirketini kurarak başarıya ulaşan ve girişimlerini büyütmek için daha büyük fonlara işini satmak isteyen girişimcilere destek vermek istiyorum.
Kurumsal İletişim reflekslerinin günümüzde halen hiç gelişmediğini düşündüğünüz kuruluşlar var mı?
Maalesef olmaz mı? Bence var. İletişimin gelişme süreçlerinin önemli bir parçası olduğunu öngöremeyen şirketler var ve ne yazık ki bu şirketlerin geleceklerini kurmaları çok mümkün olmayacak. Vizyonu halen yeterince gelişkin olmayan şirketler bunu bir ihtiyaç olarak düşünmüyor. Oysa içeride pazarlamanın dışında böyle bir fonksiyon kurdukları zaman daha sağlıklı olur. Artık bizim yaptığımız iş kurumsal bir disiplin. Ben PR isimlendirmesini çok haz etmiyorum. Çünkü; geçmişe ait kısıtlı bir bakış açısı taşıyor bu kavram. Kurumsal iletişim daha kapsayıcı bir alan. İçinde pek çok şeyi barındırıyor. Şirketler büyüdükçe de o ihtiyaçların kapsamı için ayrılan bütçeler itibariyle kapsam genişliyor. Kadrolar büyüyebiliyor. O zaman bizim ne kadar aktif olduğumuzu neler yapabileceğimizi görüyorlar. Ancak her şey ekonomik ölçek ile ilgili bir şey…
Kurumsal İletişim olmazsa olmaz diyebilir miyiz?
Elbette… Çünkü biz iletişimcilerin değmediği yer, girmediği nokta olmuyor. Değişik sektörlerde tecrübe sahibi oldum. Ve bu deneyimler bulunduğunuz şirkete çok çok büyük katkı sağlıyor. Her şirket “finans, pazarlama ve ya insan kaynakları” kadrosunu içinde bulundururken, “iletişimci” olmayabiliyor. Oysaki hiç olmazsa danışman olarak alacakları bir iletişimcinin onları çok ileriye götüreceğini düşünüyorum. Kadrosunda bir iletişimci bulunduramıyorsa bile mutlaka o şirketin etrafında; bu işi yıllarca yapmış, düzgün ve mesleğini tecrübe etmiş bir iletişim danışmanının o şirkete çok büyük faydalar sağlayacaktır.
İletişimdeki en büyük rekabet tehdidi?
İletişimcinin kendini geliştirmemesi.. İletişimci deyince bir içeride çalışan iletişimciler, bir de bunu dışarıdan profesyonel olarak dışardan şirketlere satanlar diye düşünebiliriz. Her iki gurubun da kendini çok iyi geliştirmesi, güncel kalabilmeleri önemli… Ayrıca kendi alanlarını farklılaştırıp güncellemeleri gerekmektedir.
Bu nasıl olur?
Öncelikle çok okumak, güncel kalabilmek, dünyayı takip etmek ve proje geliştirebilmek ile olur. Çünkü bir hekim düşünün ki; sadece okuyor, muayene etmiyor. Benzeri bir örnekle iletişim konusunda uzman olursun, akademik niteliğin yüksek olur ama icraatın dışında kalırsın. Oysa sahada olduğunuz, icracı olarak çalıştığınız zaman bambaşka bir sonuç elde edersiniz. Ben hep şirketlerin içindeki kurumsal iletişim departmanın kuvvetli olması gerektiğine inandım. Orası kuvvetli olursa doğru briefle danışmanlık hizmeti alabilirler veya PR şirketini doğru yönetebilirler. Ama dediğim gibi bu iş vizyon ve ekonomi ile ilgili. İletişim liderlerinin neden iletişimin gerektiğini doğru anlatması bu konudaki ihtiyaç konusunda şirket CEO’sunu ikna etmesi çok önemli. İletişime ayrılan bütçenin şirkete aslında nasıl bir katma değerle kazanca döneceğinin anlatılması lazım. Bence iletişim bütçesinin reklam bütçelerine erişmesi lazım. Bu ölçüde bütçelere ulaşıldığı zaman iletişim sektörünün hem insan kaynağı hem de faaliyet kalitesi artacaktır.
İş sebebi ile uykularınızın kaçtığı geceler oldu mu?
Uykularım hem de nasıl kaçtı? Sonuç olarak önünde sonunda gazetecilerle kurduğunuz iletişim işinizin belkemiğini oluşturuyor. Bir yanlış ifade nelere yol açabilir? Bunları düşünmek kaçırır genellikle uykuları. Her zaman söylenir,Gazeteciden arkadaş olmaz diye. Ben de çok yakın gazeteci arkadaşlarım olmasına rağmen bu lafı sahipleniyorum. Gazeteci gazetecidir. Bunu gazeteciler dostluk kurulmayacak insanlardır manasında söylemiyorum. Ama onlarla meslekleri gereği bilgi alışverişinde belirli bir sınır çizmenin meslek etiği açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Benim de bir iki hatır için telefon edip ricalarım olmuştur ama ömrü hayatımda belki beş kere arayıp da rica etmişimdir. 30 yılı bitirdim. Dile kolay.
“Gazeteciden arkadaş olmaz” sözü geçince hatırıma gelen bir iletişim hatasını sormak istiyorum. Şöyle sorayım; seçim sonuçları açıklanırken yansımalarla ilgili Muharrem İnce ile İsmail Küçükkaya polemiği. Bu olay bir iletişim hatası mıdır? Siz danışmanı olsaydınız ne yapardınız?
Kesinlikle bir iletişim hatasıdır... Muharrem beyin iletişim danışmanı ben olsaydım böyle bir şeye asla izin vermezdim. Zaten kendisi de “bu bir hataydı” dedi. İsmail bey canlı yayında kendisine gelen mesajı yayınlamakla yükümlüdür, çünkü mesleğinin gereği budur. O da mesleğinin gereğini yerine getirdi, gazetecilik yaptı ve yayınladı. Fakat “gazeteciden dost olmayacağını” söylemesi ikinci bir hata, ağır bir şey oldu.
İletişim eğitimi almalılar demeli miyiz?
Almalılar. İletişimin ne demek olduğunu, gerçekten ruhları ve akıllarıyla satın almaları lazım. İletişimci olmadan çalışabilir misiniz? Amerikalılara bir bakın. Politikacılara bir bakın arkalarında bir iletişim ordusuyla çalışıyorlar. Değişim ve dönüşümleri hepimizin çok iyi anlaması gerekli.
Bir de iletişim kazaları ile ilgili düşüncelerinizi sormak istiyorum. Bu marka için dezvantajken iletişimci açısından avantaj olabilir mi?
İletişim kazaları konusuna girmek istemiyorum. Her kurumda olabiliyor. Olmaması da zaten mümkün değil. Az önce Muharrem İnce beyi konuştuk. Biz kurumsal iletişimciler için bu hatalar önemli bir fırsat… Politikada, iş dünyasında her yerde oluyor. Kişisel oluyor. Kurumsal oluyor. Bu iş planlama işi. Bu iş soru cevap hazırlama, hazırlanma işi. Yani krizin nereden gelebileceğini çalışmak lazım.
Çocukluğunuzda hayal ettiğiniz mesleği yaptığınızı söyleyebilir misiniz?
Bu soruyu hep düşünürüm. Çok şey hayal ettim. Mimar olmayı, sanatçı olmayı isterdim. İyi resim yapıyordum ama hiç bir zaman geliştirmedim o yönümü. Ama şimdi sanat faaliyetlerini çok yakından takip ederek kendimde eksik bıraktıklarını tamamlamaya çalışıyorum. Sürekli sergileri geziyorum, sanatçılarla tanışıyorum ve bu sanat dünyası ile kendimi zenginleştiriyorum. Çocukken iletişimci olmayı aklımdan geçirmiyordum, ama bir denetim şirketinde çalışmayı da düşünmüyordum elbet. Hala o işi yapmaya devam etseydim sanırım ölürdüm. Hayat durağan değil. Çocukluk hayallerinizle hayata devam edemezsiniz. Her an yeni hayalleriniz olabilir. Hayal etmediğim ama yapmaktan çok memnun olduğum bir işim var. Bundan sonra ne olabilir derseniz mesela politika alanında projelerim olabilir.
Politika yapmanız için teklif gelirse kabul eder misiniz?
Teklif gelirse düşünürüm ama aktif politikacı olmak konusu önceliğim yok. Hayal ettiğim şey politika dünyasında verimli işler yapmakla ilgili. Bu ülke bana çok değer kattı. Sistemi eleştirmek herkesin en kolay yaptığı şeydir. Sisteme katkı sağlamak zor olandır. Sisteme benim de katkım olsun istiyorum. Üzerinde düşündüğüm bir konu. Fakat politikacı olmak gerekmiyor illa ki bunları yapmak için. Benim asıl işim marka yönetmek marka iletişimi yapmak. Mesela bir şehri marka gibi ele alıp yönetecek bir projenin başında olmayı çok isterim. Bir yerel şehri dünya kenti haline getirmek, muhteşem olurdu. Böyle teklif gelirse hayır demeyeceğim. Ama aktif politikacılık için biraz daha zamanım var.
Kadınların İş dünyasına dahil olmasını arttırmak yönünde yaptığınız çalışmalar amacına ulaştı mı?
Hemen “Kardelen” örneğini vermek isterim. Daha üniversitedeyken kadın olarak hayatın bizim için ne kadar zor olduğunu görüp, hep kadın hakları için bir şeyler yapmak istemiştim. Çok şanslıyım ki Kardelen’de çalıştım. Kız çocuklarının okumasının ne kadar kıymetli olduğunu, değişim ve dönüşümün aslında anne olan bireylerin eğitiminden geçtiğini öne çıkarmak istedim. Aslında İnsan hep kendi yaşamından ders alıyor. Benim annem üniversite mezunu değildi ama eğitime ve gelişmeye inandığı için benim ve kızkardeşlerimin önünü açtı. Ne kadar çok eğitimli ve veya eğitime inanan kadın olursa, kadınlar için dahası toplum için dönüşüm çok daha kolay olacaktır. Kardelen bu nedenle önemlidir ve farkındalık yaratmak konusunda başarılı olmuştur.
Çalışma hayatının geneli için kadın ve erkekler için nasıl bir değerlendirme, karşılaştırma yapmanızı istesek...
Maalesef Türkiye’de ve hatta dünyada da kadınların yönetici olarak iş hayatında yer almalarının geçmişi çok eski değil. Sanayi gelişiminde kadına hep ‘kol gücü’ bağlamında istihdam olanakları sağlanmış. Bugün hemen hemen her sektörde kadınların ‘yöneten’ olma mücadelesini görüyoruz. Mücadele diyorum çünkü, kadınların erkeklere nazaran bunun için çabalaması birkaç kat fazla çalışması gerekiyor. Ben de kişisel olarak kendimi böyle bir mücadele içinde buldum. Erkekler iş hayatında bizi destekliyor gibi görünseler de öyle olmadı. Aynı pozisyonda çalışan kadın ve erkeklerin “eşit gelir” e sahip olamamaları bir efsane değil de gerçeğin ta kendisidir. Kadın bizim ülkemizde iş hayatında maalesef eşit koşullarda değil. Hep bir geride kalmaya zorlanıyoruz biz… Kişisel tecrübem de erkeklerin dalga geçmelerini “ işte kadın bunlar” dediklerini çok gördüm ama Allah’a şükür başardım.
Hata yaptığınız oldu mu?
Hata yapmadan gelişebilmeniz mümkün mü? Tabii ki benim de hatalarım oldu ama önemli olan bu hatalardan ders çıkararak ilerlemeye başarabilmektir. Ben çalışma hayatımın büyük bir kısmında tepe yönetimlerle çalıştım. Böyle olunca lider olma fonksiyonlarının getirdiği bakış açısıyla "her şeyin iyisini yapmalıyım" baskısında çok kaldım. Mesela çalışma arkadaşlarımda bazen stresler yarattım. Geçmişe dönüp baktığımda kendimi ve onları sıfır hataya zorlamanın şimdi yanlış olduğunu düşünüyorum. Şimdi daha esnek bir karakter içindeyim. Bu esneklik bana hatalı yönetim kararlarımı daha objektif gözle inceleme şansını verdi. Ki bu da geleceğim için iyi bir fırsata dönüştü.
Bir kadının başarılı olması için kendini nasıl planlaması konumlandırması gerekli sizce?
Kadın erkek demeyeyim ama başarılı olmanın formülü disiplinli çalışmak. Zihin haritasını iyi hazırlamak gerekiyor. Sadece kendi sektörünüzü değil dünyadaki bütün gelişmeleri izlemek zorundasınız. Öğrenme sürecini sürekli kılmanız gerekiyor. Ve işinizle ilgili rüya görmelisiniz. Bir de pratik kurallar var tabii ki. Not almak önemli. Bir akıl defteriniz olmalı. Buna sürekli işinizle ilgili notları almalısınız. Hayallerinizi, eleştirilerinizi, bakış açınızı yazmalısınız. Ve geriye dönüp bakıp kendi performans değerlendirmenizi açık yüreklilikle yapmalısınız.
Gelecekte kadınlar için en büyük zorluk ne olacak?
Maalesef erkek egemen sistem zorluk çıkarmaya devam edecek. O erkekleri de kadınların yani annelerinin yetiştirdiğini düşünürsek sorun bir çıkmaz sokağa saplanmış gibi görünüyor. Dolaysıyla en büyük zorluk yetiştiremediğimiz dönüştüremediğimiz erkek çocukları… Onun için eğitim şart. Kadın ve erkeğin; çocukluk yaşlarından itibaren, iki farklı karakterinin olduğunu ve bunların bir zenginlik olduğunu anlata anlata ileriki yıllarda değişip dönüşeceğiz. Kadın ve erkek rollerinin dayanışma gerektirdiğini hepimiz öğreneceğiz. Misal bir kadın evin dış sorumluluğunu üstlenir de kocası ev yönetimini üstlenecekse buna saygı duyacağız. Yani kalıplarımızı kıracağız.
İletişim sektörü çevremizdeki dünyaya göre günümüz hızında değişim gösterebiliyor ama kurumların onu kabul etmesi ve uyum sağlaması sizce nasıl?
Uyum sağlayan kurumların başarıları ortada ve bu başarıların diğerlerine de örnek olacağını düşünüyorum. Ülker yönetimini buna örnek olarak gösterebilirim. Ülker sadece üretim,pazarlama ya da dünyaya açılma konusunda değil iletişim konusunda da ileri bir vizyon orta koydu. Ben de bunun bir parçası olarak vizyoner şirketin başarılarına tanıklık ettim. Diğer şirketler de eğer Türkiye’de ve dünyada kendilerine bir yer edinmek istiyorlarsa, İletişim sektörünün önemini kavrayacaklardır. Başka bir yolu yok zaten.
İstisnalar olabilir ama genel anlamda majority olarak nasıl görüyorsunuz?
Genel olarak Türk şirketlerinin daha başarılı olabileceklerini düşünüyorum. Daha büyük ölçekli holdinglerde gelenekselliğin aşılamaması nedeniyle yaşanan bazı sorunlar var. Yeni nesil küçük şirketlerin daha atak daha çevik olduğu kanaatindeyim.
Ne yapılması lazım? Nerede hata yapıyorlar iletişimci bakış açısıyla ne yapmalarını önerirsiniz?
Büyük yapılardaki İkinci neslin daha vizyoner olması ve global kararları yıllar önceden alıp, kararlarının merkezine kendilerini değil, profesyonel yöneticilerini ve çok fazla birbirine benzemeyen danışmanlar kullanarak o yolculuğa çok önce çıkmış olmaları lazımdı. Orada ve kurumsallaşma konusunda gecikmeler var. Halen karar mercilerinde aile dominant. Bakarsanız yönetim kurulları var ama şeffaflaştırılamamış, çeşitlendirilememiş. Yapı var ama karar alıcı merciler yine ailenin kendileri. O yönetim kurullarında hür bir müzakere karar ortamının olduğunu zannetmiyorum.
Sizce başarının sırrı ne?
Çalışmak çalışmak çalışmak. Ben çok çalışırım. Çok az uyurum. Merak ederim. Sorgularım. İzlerim. Etrafıma bakarım kimler başarılı bu hayatta diye? Genel de hep çok çalışanlar başarılı. Çünkü başarı ancak disiplinle olabiliyor.