Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek büyük hata.
Bedeli de pahalı; Türkiye’nin altın dahil toplam uluslararası rezervleri son iki ayda yaklaşık 9 milyar dolar eridi. Bu, rezervlerin yüzde 8’i demek.
2011 ve 2014’te döviz satarak kayda değer bir döviz rezervi kaybetmiştik. Ne için? O dönemin teknokratları faizlere dokunmadan mali piyasadaki kur baskısını atlatabilmek için döviz satmayı denemişti. Rezerv kaybı ve sert faiz artışı sonuçlanmıştı. 2018 hikayesi ise döviz satmadan ve faiz artırmadan kurun üç ayda yüzde 20-25 artmasına göz yumup, “kırılma” ve sistemik bir risk eşiğine gelince faizleri 5 puana yakın artırarak da döviz rezervi kaybına yol açıldı. Oysa bahane olarak söylense de dış etki çok düşüktü; dolar endeksi yüzde 5.5 arttı.
Para politikası deneyleri için ve teknokrat iş başı eğitimi için epey pahalı bir yol. Peki böyle yapıldı da başka bir kazanım mı sağlandı? Hayır. Tam tersine şimdi spotlar rezervlere döndü.
Moody’s, gelişen ülkelerden cari açığı yüksek olanların, yüksek dış borç ödemesi olanların ve döviz cinsi kamu borcu yüksek olanların güçlü dolar karşısında daha fazla etkileneceklerini ve bu ülkelerin döviz rezervi kaybına yol açacağını vurgulamış. Bu ülkeler arasında ise Arjantin, Gana, Moğolistan, Pakistan, Sri Lanka, Zambiya ve Türkiye sayılmış.
Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika ve Rusya gibi ülkelerin ise görece daha az dış kaynağa ihtiyaç duyduklarından daha az kırılgan oldukları not edilmiş. Bir zamanlar bu ülkelerle birlikte anılan Türkiye, artık bir alt grupla anılmaya başlandı.
Bu grubun adı “Frontier market” yani “Eşik Piyasalar-Ülkeler”; az gelişmişlerden daha fazla gelişmiş ama gelişen ülke olarak adlandırmak için de çok küçük olarak görülen ülkeleri içeren bir grup. Ne yazık ki Türkiye son dönemde giderek daha fazla, içinde olduğu gelişen ülkeler grubu ile değil, bu bir alt grup “eşik ülkelerle” birlikte anılıyor.
İşte bu yüzden, açık bir ekonomide merkez bankacılığının ve para politikasının deneme yanılmayla değil, bir sanat gibi icra edilmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Yakın geçmişe kadar, hataların ve gevşek politika tercihinin sonuçları, zincirleme etki ve hasarlar bol ve ucuz para dönemi nedeniyle su yüzüne çıkmamıştı. Şimdi daha sert biçimde yüz yüze kalıyoruz.
Geç faiz artışı; kur artışı, enflasyon ve bilanço hasarı yanında kredi riskini tetikliyor o da uluslararası yatırımcının risk azaltışına yol veriyor. Bu da daha az sermaye girişi, daha fazla sermaye çıkışı; sonuç rezerv kaybı.
Rezerv kaybı ise başlı başına yeni bir kaygının ana nedeni.
Britanya Merkez Bankası’nın “Finansal İstikrar Raporu”, yatırımcıların risk primlerini tarihsel olarak en düşük düzeye çektikleri ve borç verdikleri fonların önümüzdeki dönemde gelişen ülkelere, özellikle de bu ülkelerdeki dolar borcu olan şirketleri etkileyeceğini söylüyor; “Gelişen piyasa ekonomilerinde yatırım fonlarının giderek artan rolü nedeniyle, bu ekonomilerde sermaye akımları küresel mali koşullardaki değişime çok duyarlı. Nihai yatırımcının parasını çekme kararı, katlanarak fiyat değişimlerini katlı etki yapacak, diğer gelişenlere de yayacaktır.” Finans dışı şirketlerin dolar borcu karşılaştırmasında yaklaşık yüzde 20’lik payla Türkiye önde yer alıyor.
Para politikasında sıkılaşma adımlarına devam eden Amerikan Merkez Bankası Fed’in araştırmacılarının Haziran içinde yayımladığı bir raporda, ABD’deki para politikasındaki sıkılaşmanın gelişen ülkelerin finans dışı şirketlerine olan etkisine bakmışlar. Buldukları sonuç şu; ılımlı bir kırılganlık. Ancak istisnai olarak birkaç ülkede belirgin ölçüde riskli şirket borcu oranı bulunmuş. Bunlar arasında Çin, Brezilya, Türkiye, Hindistan ve Kore sayılmış.
Küresel konjonktürde işler finansal yeniden pozisyonlanma sürecine girmişken, diğer taraftan da korumacılık ve ticaret savaşı eşiğine geldik. İşte bu yüzden Türkiye’nin içeride siyasi normalleşme ve hukuka geri dönmesi giderek vazgeçilmez bir çapa halini alıyor. Örnek hala sıcak; geride bıraktığımız 22 Haziran haftası baz alınırsa son iki ayda bankacılık sektöründeki hem TL’de, hem de döviz hesaplarında ortaya çıkan mevduat azalışı toplam 5.7 milyar dolar karşılığı. Bu durum, yurtiçi yerleşiklerin tedirgin olduğunun göstergesi.