JCR Başkanı Orhan Ökmen, Türkiye ekonomisinin uzun süreli dış baskı altına girmiş olduğu bir konjonktürde Merkez Bankası’nın sadeleştirmeye gitmesinin ve Politika Faizlerine tekrar etkinlik kazandırmasının önemli bir normalleşme süreci olduğunu belirterek, "TL’nin değersizleşmesini
önlemek için artırılan faiz oranlarının etkinliğine katkı yapacaktır." dedi.
Ekonomik gelişmeler ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Ökmen, şu ifadeleri kullandı:
"Türkiye ekonomisinin uzun süreli dış baskı altına girmiş olduğu bu konjonktürde Merkez Bankası'nın sadeleştirmeye gitmesi ve Politika Faizlerine tekrar etkinlik kazandırması önemli bir normalleşme süreci olup TL'nin değersizleşmesini önlemek için artırılan faiz oranlarının etkinliğine katkı yapacaktır.
Zayıflayan TL, ithalat tarafında ve buna bağlı olarak üretim ve büyümede de daralmaya neden olacaktır, ancak bir taraftan da cari açığı düşürücü bir etken olacaktır.
Gelişmiş ülkelerin öncülüğünde süregelen parasal genişleme konjonktürü sona ermiştir. Parasal genişleme konjonktürüne dayalı olarak Gelişmiş ülkeler açısından yüksek faiz-düşük kur sloganıyla
inşa edilen ve sanayide tahribat yaratan bu ekonomik modelinin bir an evvel terk edilmesi gerekir.
Dolarizasyonun ulaştığı seviye Merkez Bankası'nın para politikası kanalıyla TL'nin dış değerindeki kayıplara müdahale etme etkisini de zayıflatmaktadır.
Küresel ekonomik koşullar Türkiye'ye destek verecek konumdan giderek uzaklaşmaktadır. Türkiye, 2018 yılına, kronikleşmiş bir cari açık, özel sektöre ait yüksek bir dış borç yükü, düşük döviz
rezervleri, sanayisi daralmış, dış finansmana ve dışa bağımlılığı artmış ve bankaların kredi kalitesinin baskılandığı bir ekonomik yapı olarak girdi.
Olumsuz piyasa koşullarına rağmen, Türkiye açısından dış kaynak girişi hala kurumamıştır. Ancak, borç çevirme oranlarının giderek düşmesi rezerv kayıplarını artıracaktır. Zira, Yurt dışı
yerleşiklerin, TL cinsi varlıklarını satmalarına rağmen sıcak para akışları carry trade akışları hep dirençli kalmıştır. Bankalar, yılın başından bu yana net kısa vadeli borçlanmayı artırmayı başarmıştır.
Dış borç çevirme oranları şu anda tüm sektörlerde %100'ün üzerindedir. Bütün bunlar resmin pozitif tarafları olmakla birlikte, 2017 yılında ortalama borç çevirme oranı düşmüştür. Yerleşik sermayenin dışarı çıkmaması varsayımı olsa dahi bundan sonra önemli bir rezerv kaybı yaşanması riski bulunmaktadır.
Yılın geri kalanında, daha sıkı dış finansman koşulları ithalatı azaltacaktır. Lira'nın değer kayıplarının gecikmeli etkileri ise ithalat üzerinden ihracat artışını da yavaşlatacaktır. Yani Türkiye'nin dış ticaret hacmi düşebilecektir.
Türk ekonomisinin üretim gücü ve döviz kazanma kabiliyeti azalmıştır: İmalat sanayinin milli gelir içerisindeki payının ve bilumum sanayi sektöründeki yatırım yoğunluğunun düşüş içerinde olması
Türkiye ekonomisinin döviz kazancı sağlama kapasitesini zayıflatmaktadır.
Sanayi sektöründe ithal ara malı girdilerinin ve ithal enerji kullanım oranlarının giderek artması, net ihracatçı olduğu birçok üründe (örneğin tarım ve gıda ürünlerinde) ithalatçı konuma düşülmüş
olması ve büyüme modelinin döviz kazancı sağlamayan alanlara (örneğin inşaata) kaydırılmış olması, ulusal döviz rezervlerinin artmasını önlemektedir: Zira ithal ara girdilerinin kullanım oranları yaklaşık
olarak 4 kat artmıştır.
Reeskont kredilerinin geri ödemeleriyle ilgili olarak ihracatçılar açısından MB'nin sabit kur uygulama önlemleri gibi uygulamalar yapısal çözüm değildir.
Özel sektör açısından dış borç yükümlülüklerinde ödeyememe riski zamanlama olarak oldukça düşüktür. Bu kapsamda yine zamanlama olarak Türkiye ekonomisinde döviz krizi beklemek yersizdir ve yanlıştır. Döviz borcu olan firmaların ihracat (döviz) gelirlerinin de bulunması ve borcun çoğunluğunun uzun vadeli olması nedeniyle kurdaki değer kaybı şirket bilançoları üzerinde oldukça önemli bir olumsuz etki yaratmakla birlikte özel sektör açısından şu anda dış borçlarını ödeyememe riskini zamanlama olarak düşük görüyoruz. Ancak ihracat açısından yılın geri kalanında Türkiye Ekonomisi için kolay bir dönem olmayacaktır. Bu alanda gelecek dönemler açısından bir belirsizlik riski görüyoruz. Ayrıca TL'deki değer kaybı, enflasyon üzerinde bir baskı yaratacağı için döviz kurlarının artması ihracatta uzun vadeli rekabet avantajı yaratamayacaktır."