2013 Mayıs ortasında ilk sinyal gelmişti; ABD’de parasal gevşemenin muslukları kısılmaya başlıyordu.
Bunun bir transatlantiğin yön değiştirmesi gibi zaman alacağı belli idi; ama aradan geçen 5 yılda neredeyse buna uygun pozisyon almayan bir ülke vardı: Türkiye. “Kırılgan beşli” içinde zaman içinde 4 ülke değişti ama adı çivili kalan tek ülke Türkiye oldu.
Bunun örnekleri çok; tasarruf açığı olup da 2010-2017 arasında reel kesimi, milli gelire oranla en çok kredi borcu yüklenen ülke Türkiye oldu. Bu borçluluk artışına karşın, reel kesimin aşırı biçimde döviz borçlanmasına önlem almayı en son akıl eden de.
Merkez bankası, hala parasal genişlemeci bir küresel ortam varmış gibi davranan da tek ülke Türkiye.
2017’nin ilk üç ayında cari açığı 8.3 milyar dolarken 2018’in ilk üç ayında bunun iki katına 16.3 milyar dolara ulaşan; ama sağladığı finansman 2017’de 11.9 milyar dolarken iki katı açığa 2018’de sadece 12.6 milyar dolarlık finansman bulabilen, bu yüzden rezerv kaybına uğrayan, bunun doğal sonucu döviz kurunun yükseliş baskısına tanık olup ama siyasetçileri “ekonomiye kur üzerinden saldırılardan” bahseden ülke de Türkiye.
2013’ten bu yana olan şu; cari açığı karşılayan finansman yok, rezerv kaybı ve yurtdışındaki mevduatlarla ihtiyaç karşılanıyor. Bu da kur üzerinde baskı yaratıyor. Böyle devam ederse kur baskısı bitmeyecek. Bitmeyecek çünkü içeride buna uygun bir para ve ekonomi politikası izlenmiyor. Hala 2009 sonrasındaki bol ve ucuz sermaye akışı devam ediyormuş gibi davranılıyor.
Son 12 ayda gayrimenkul alımları hariç net doğrudan yatırım toplamı 2.4 milyara gerileyen Türkiye, kısa vadeli sermayeye bağımlı hale geldi. Burada da parasını istikrarsız ve kırılgan hale getiren para politikası ile cazip olmaktan da çıkıyor.
2009 sonrasında gelişmiş ülke merkez bankalarının öne çıkarttığı ve hayli etkili olan politika şuydu; ileri dönük kılavuzluk (Forward guidance). Bu terimi içeride Merkez Bankası “sözlü yönlendirme” olarak kullandı. ABD’de faizin sıfır çizgisinde tabana yapışıp artık düşürülecek bir seviye kalmayınca yapılan bir kılavuzluk idi; mealen “faizi bu sıfır noktasında uzun süre tutacağız”. İşe yaradı da uzunca süre yüzde 0.25’te tutulup üzerine bir de tahvil alımı ile parasal genişleme yapıldı.
İçeride enflasyon sorunu olan ülkede, gelişmişlerin enflasyonla mücadelesi yerine deflasyonla mücadelesindeki bu “sözlü kılavuzluk” sanki bir “maymuncuk” gibi çok daha ilgi gördü.
En son örnek de dolar kurunun 3.35’i geçip ekonomik birimlerde “tutulamıyor” kanaati oluşmaya başlayınca “Beştepe’de ekonomi zirvesi” haberi dolar kurunu geriletti. Hatta ilave olarak “Merkez Bankası Başkanı da katılıyor bu toplantıya” haberi de zerk edildi; sanki önemli bir ekonomi toplantısı yapıldığında merkez bankacıların katılmadığı olmuş gibi.
Zirvede alınmış “olası bir aksiyon” kararının birkaç güne açıklanacağı beklentisi ile sakin seyreden piyasalar, hafta sonunu da gördükten sonra bir kararın olmadığı fikrine vardı.
“Toplantı yapılıyor” haberinin kur üzerindeki etkisini bir “sözlü müdahale” aracı gibi gören Ankara yönetimi ve hatta teknokratlar, bunu ihtiyaç duyulduğunda işe yaramayacak bir “araç” haline düşürüyor.
Erozyon devam ediyor; tasarruf sahibi lafa değil, eyleme bakıyor.
4 Mayıs haftası bankacılık sistemindeki döviz mevduatlarının 3.4 milyar dolar azaldığı dikkat çekiyor. Bunun her döviz hesabı azalışında sunulduğu gibi “yerleşikler döviz bozdurdu” biçiminde değil, sistemden çıkış şeklinde olması kuvvetle muhtemel. Muhtemel çünkü 3.4 milyar dolarlık bir döviz bozumu varsa TL mevduatlarda ya da katılım hesaplarında da yaklaşık 14 milyar TL’lik bir artış olması beklenirdi. TL mevduatlara bakıldığında aynı hafta vadeli TL mevduatlarında 7 milyar TL’lik artış, toplam TL mevduatlarda ise 10 milyar TL’lik azalış var.
TL’nin değerinin korumak için geç kalındıkça, “mış gibi” yapıldıkça bekleyişler bozuluyor; hem kur yükseliyor hem de “piyasa dışı önlemlere” dair kaygılar artıyor.
Kur yükseldikçe enflasyon bekleyişleri ve faizler de yükseliyor. “Lobilere teslim olmadık, Merkez Bankası yüzde 13.5’ta duran faizine dokunmadı” denilebilir; ama piyasada 1 yıllık faizler yüzde 16.85’e, tahvil faizi de çoktan yüzde 16’nın üzerine attı.