Önceki gün seçim karar çıktıktan sonra en veciz sözü Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ söylemiş; “Bu seçimin sonucu, dünkü piyasaların verdiği tepkiden belli olmuştur.” Oysa Bahçeli’den ilk ağustos teklifi geldiğinde piyasalar düşmüştü.
1986’dan bu yana mali piyasaları, ekonomiyi izliyorum; çok sayıda değişkenin belirlediği piyasa fiyatlarından siyasi kerteriz çıkarmayı beceremedim.
Dolar kuru 3.70’den 4.10’a çıkarken “dış güçlerin işi”, 4.10’dan 4.00’e düşünce de “seçimin sonucunu belli eden kur seviyesi” olarak tescillemek evlere şenlik.
Salı günü MHP lideri Bahçeli erken seçim önerisinde bulunduğunda dolar kuru 4.15’e doğru yürürken, ertesi gün öne çekilmiş bir seçim tarihi ile karar alındığında 4.05 sonra da gece yarısı 4’e kadar gerileyen bir dolar kuru vardı.
Bahçeli’nin açıkladığı ağustos sonuna tarihlenen bir erken seçim için kaygılı olan piyasa, haziran sonuna tarihlenen bir seçim için tersi bir tepki vermişti. “Piyasa tepkisinin” arkasındaki varsayımlar da epey iddialı idi; “döviz kurunun uzunca bir süre böyle kalmasına izin vermezler, Merkez Bankası faiz arttırır.” Belli ki, hiçbir adım atmadan “sözlü müdahale ile işleri yürütürüz” diyerek, faiz arttırmadan arttırılmış gibi sonuçlara bugünden ulaşma amaçlı piyasalara telkin edilen hikâye bu. Oldukça naif değil mi? İkincisi de böyle “bıçak sırtı” durumlarda henüz ekonomik birimler pozisyon almadan oluşan piyasa fiyatlaması tamamen “taktikseldir”; yani anlık, geçici ve miktar yığılması olmadan yapılan işlemlerin sonucudur.
Kur 4.10’e dönünce “piyasa iktidarın kazanacağına ikna olmadı” mı diyeceğiz?
Temel soru şu; erken seçim sonrasında, giderek ekonominin uç birimlerine uzanan bugünkü borç geri ödeme sorunu çözülecek midir? Çözülecekse nasıl olacaktır? Dış finansman penceresi açılacak mıdır? Finansal alanda da giderek çok fazla biçimde kısıt haline gelen, çökmüş kurumsal yapı, kural bazlı işleyişler, hukukun üstünlüğü geri gelecek midir? Bu konuda, “erken seçim belirsizliğinin ortadan kalkması” dışında elimizde yeni bir bilgi yok. Ayrıca erken seçim kararıyla, sadece Mart 2019’daki yerel seçimlere uzanan 1 yıllık bir “seçim dönemi” açılmış oldu.
Yeri gelmişken, “erken seçim belirsizliğinin ortadan kalkması” söylemine dokunalım; her şeyin rutin olduğu bir ülkede olsaydı tamam, “büyük ferahlık sağladı” denirdi; OHAL altındaki bir ülkede “erken seçim belirsizliğinin ortadan kalkması” kara mizaha giriyor.
ABD’DEKİ VARLIKLAR AZALIYOR
Merkez Bankası’nın geçen hafta yayımlanan yıllık raporu, bankanın ABD’de Fed’de duran 30 tona yakın külçe altın varlıklarının sıfırlandığını ortaya çıkarmıştı. Bunun, Alman Merkez Bankası Bundesbank gibi ülkeye getirmekten çok öte anlamı olmalıydı. Çünkü altınlar Britanya Merkez Bankası ve Uluslararası Ödemeler Bankası BIS’e gönderilmişti. Yani “ABD’de de durmasın da…” denilerek bunun yapıldığı çok açıktı. Hem diplomatik gerginlik hem Suriye’ye askeri operasyon hem de ABD’deki Reza Zarrab tanıklığında başlayan Hakan Atilla davası sonrasında ortaya çıkabilecek olası bir ceza-yaptırım gibi olasılıklara karşı önlem alındığı anlaşılıyor.
Bu hafta da ABD Hazinesi tarafından, ülkelerce tutulan ABD devlet tahvili stok verileri açıklandı. Öyle gözüküyor ki; Türkiye kasım ayından bu yana, rezervlerinin bir parçası olarak tuttuğu ABD devlet tahvillerini sistemli biçimde azaltmaya başlamış. Azaltılan tutar 15.7 milyar dolar. Mevcut tahviller dörtte bir oranında azaltılmış. 30 ton altından çok daha fazlası demek.
Bankanın Aralık ayında döviz rezervleri azaldığı için, ABD tahvillerini de azaltması normaldi. Ancak izleyen aylarda görülüyor ki; döviz rezervleri toparlansa da Merkez Bankası’nın ABD’de tuttuğu devlet tahvillerinin miktarı azaltılıyor.
Kasım ayında 96.4 milyar dolarlık döviz rezervi bulunan Merkez Bankası’nın, 61.2 milyar dolarlık ABD devlet tahvili bulunurken; şubat ayına gelindiğinde rezervler 7 milyar dolar azalışla 89.3 milyar dolara gerilerken, ABD devlet tahvili miktarı ise 15.7 milyar dolar azaltılarak 45.6 milyar dolara gerilemiş. Özetle, ABD devlet tahvilleri rezerv azalışının iki katından fazla azaltılmış. 45.6 milyar dolarlık tahvil seviyesi ise Eylül 2012’den bu yana en düşük seviye.
Biri hem erken seçim kararının hem de ABD eksenindeki bu gelişmelerin tesadüf olmadığını söylese hiç şaşırtıcı olmazdı.