Döviz kuru ve faiz oranı her ekonomi için önemli, ancak Türkiye ekonomisi için daha bir önemli. Çünkü halkımız bu iki fiyatla çok ilgilenir. Halkımız öyle çok tasarruf etmese de, faiz oranı, döviz kuru ve de altın fiyatı hep yakın takibindedir. Biraz bilgisine güvendikleri iktisatçıya (ya da iktisatçı kılığında dolaşanlara) sordukları ilk soru şudur: “döviz daha da artar mı?”
5 Nisan itibari ile ABD doları TL karşısında TCMB döviz kuruna göre,
* 1 Haftada %6,40
* Geçen yılın %Nisan tarihine göre %9,90
* AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’ye göre %138
oranında yükseldi, bir başka deyişle TL değer yitirdi. Bu oranlar, aynı zaman da halkın dolar cinsinden hangi oranda fakirleştiğini de göstermekte.
Şimdi soruya geri dönelim. Soruya çeşitli yanıtlar veriliyor. Ancak alınan yanıtlar pek de güvenilir olmuyor ki, ülke ekonomisinde belirsizlik havası devam ediyor. Çünkü aslında soruya yanıt vermek için yeni bir soru sormak gerekiyor. O da “döviz kuru neden artar?” sorusudur.
Bizim yanıtımıza geçelim.
Ülkede eğer dış ticaret açığı yüksek ise, buna cari denge de eşlik ediyorsa, yine ülkede bütçe açığı yüksek, borç stoku yüksek ise döviz kuru artar.
Dış ticaret açığı ihracat eksi ithalat demektir (X-M= Dış Ticaret Dengesi, eşitlik eksi değer alırsa dış ticaret açığı, artı değer alırsa fazlası olur). Türkiye dış ticarette açığı veren belli başlı ülkeler arasında dördüncü sırada. Tablo şöyle:
Kaynak: The Economist, March 27,2018
Türkiye’nin üstündeki ülkeler ABD, İngiltere ve Hindistan. İlk ikisi için bu açık önemli değil, çünkü yönetebiliyorlar. Üstelik paraları rezerv para. ABD doları zaten dünya merkez bankası rezervinin %63’ünü (27 Mart 2018 itibari ile, IMF COFER verisi) oluşturuyor. Hindistan da dış ticaret açığı yüksek ancak cari açık düşük. Dolayısıyla döviz kuru hareketlerine karşı kendini koruya bilme şansı var.
Buna karşılık Türkiye’nin cari açık oranı yüksek ve cari açığın finansman kalemleri sorunlu. 2017 yılında cari açık,
- DİBS alımı yolu ile gelen kısa vadeli sermaye akımı ve,
- Yabancılara satılan gayrimenkulden gelen döviz ile finanse edildi.
Bu finansman türünün sürdürülebilirliği zor. Dikkat etmemiz gereken bir başka olgu daha var, bütçe dengesinin artan kamu harcamalarının (özellikle SGK açığı, KİT zararlarının artması, savunma giderlerinin yükselmesi) etkisi ile bozulmaya başlamasıdır. Bir başka nokta da borç stokundaki büyümedir. Hazine’nin son yayımladığı verilere göre,
* Toplam kamu borç stoku 878,4 milyar TL (dolar cinsinden 231,9 milyar dolar)
* Toplam iç borç stoku 535,4 milyar TL (dolar cinsinden 141,7 milyar dolar)
* Toplam dış borç stoku 341,0 milyar TL (dolar cinsinde 90,2 milyar dolar)
* Kamunun borç stokuna özel sektörde eşlik etmekte, yani bu borcun ödenmesi içinde dış kaynağa ihtiyaç bulunmakta. Reel sektörün döviz cinsinde borç tablosu şöyle:
Kaynak: TCMB
Görüldüğü üzere reel sektörün net döviz açığı 221.5 milyar dolar Yani döviz cinsinden alınan borçlar döviz cinsinden varlıklara dönüşmemiş. Üstelik bu borcun 186.1 milyar doları yurtiçi bankalara. Yani reel sektör bu borcu ödemekte zorlanırsa, bankalar da zorlanacak. Bankalar bu kadar krediyi yurtiçi mevduat toplayarak vermedi. Zaten ülke de o kadar tasarrufta yok, krediyi yurtdışından borçlanarak plase etti. Netice de finansal kuruluşların yurtdışına olan uzun vadeli borçları 115.6 milyar dolar, kısa vadeli borçları ise 68.4 milyar dolara yükseldi. Özetle Türkiye borçlu bir ülke.
Tüm bu risklere rağmen siyasi erk kanal İstanbul, nükleer santral kurma projeleri yürütüyor. Elbette yürütebilir, hakkıdır. Çünkü iktidar o dur. Ancak bu projelerin mali yükü ekonomiye, özellikle de çalışan kesim üzerine biner, sonra da sıra başta KOBİ’ler olmak üzere şirketlere gelir. Nedir yük diye sorarsanız, üç madde de özetleyelim,
* Vergi oranları artar,
* Faiz oranı yükselir,
* Döviz kuru yükselir.
Yetmez mi?