Türkiye’nin Suriye siyasetindeki ilk somut değişikliğin olduğu sırada İsrail Irak’taki Kürt bağımsızlık referandumuna destek açıkladı.
Bir başka değişiklik de Filistin’de. Katar’ın Suudi Arabistan karşısında geri adım atmasıyla Mısır devreye girdi ve Hamas da El Fetih karşısında geri adım attı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu koşullar altında MGK toplantısını öne çekti; olağanüstü gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye, Rusya ve İranlı diplomatlar 15 Eylül günü Suriye iç savaşındaki çatışmasızlık bölgelerine bir yenisini eklemek üzere anlaştı.
Anlaşma öneliydi, Hatay’a yakın mesafede bulunan Suriye şehri İdlib’i ilgilendiriyordu. Buna göre her üç ülke de 500’er asker görevlendirerek İdlib’teki ateşkese uyulmasını sağlayacak, ihlalleri denetleyecekti.
Peki, Türkiye dâhil bu üç ülkenin askerleri kimler arasındaki ateşkese uyulmasını sağlayacak? Dışişleri Bakanlığının yazılı açıklaması aynen şunu söylüyor:
- “Gözlemci kuvvetlerin asli görevi, rejim ve muhalefet arasında çatışma yaşanmasını engellemek ve olabilecek ateşkes ihlallerini izlemek olarak tanımlanmıştır.”
Yani yakın zaman öncesine dek Beşar Esad’ın devrilmesi için Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) başta olmak üzere muhalif güçlere siyasi ve askeri yardım yapan Ankara, şu anda muhalif güçlerin Esad güçlerine saldırmamasını sağlamak üzere taahhüt altına girmiş bulunuyor.
Amaç güçleri IŞİD ve El Kaide terörizmine karşı birleştirmek olarak açıklanıyor, bu da olumlu.
Bu siyaset değişimini kınıyor değilim, sadece saptıyor ve geç kalmış bir gelişme sayıyorum, tıpkı Suriye sınırının her türlü terör eylemi için yolgeçen hanı olmaktan çıkarılması gibi. Ne yazık ki bazen nasihat değil, musibet gerekiyor.
Bu gelişmeye bakıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad ile hemen eski “kardeşim” günlerine döneceğini düşünmek, hatta hemen bir yakınlaşma olabileceğini söylemek mümkün değil.
Ancak bu gelişmenin olduğu sıralarda ABD destekli PKK’nın (ya da onun uzantısı PYD’nin) Suriye’de “özerk Kürdistan bölgesi” ilan etme hazırlığının üzerine, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bağımsızlık referandumuna İsrail’den açık destek gelmiş olmasını da görmemek mümkün değil.
Türk, Rus ve İran heyetlerinin Astana’da toplandığı 14 Eylül günü (yani 15 Eylül’de gelen İdlib açıklamasından önce) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu adına yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada “İsrail Kürt halkının kendi devletini elde etmek için başvurduğu meşru yollarını destekliyor", deniyordu; benzeri ifadeleri Başbakan bir gece önce Arjantin’de sarf etmişti.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani bir gün önce ABD Başkanı Donald Trump’ın IŞİD ile mücadele temsilcisinin getirdiği mesajları “Referanduma alternatif önermiyor” diye reddetmişti ama Netanyahu’nun önerisini memnuniyetle karşıladı.
Erbil, Kerkük ve Süleymaniye’de 25 Eylül bağımsızlık referandumuna destek mitinglerinde İsrail bayrakları bu gelişme sonrası açıldı.
Tekrar ve başka türlü söyleyeyim: Saddam Hüseyin’in Kudüs’ü hedef gösteren heykelinin yıkılmasından 14 yıl sonra, bir 14 Eylül günü Irak’ın bazı şehirlerinde İsrail bayrağı açıldı.
Bu gelişmeyle adeta 1960’lara, Mesud Barzani’nin babası, Kürdistan Demokratik Partisinin (KDP) kurucusu Molla Mustafa Barzani’nin İsrail Başbakanı Golda Meir’den açık destek aldığı günlere dönülüyordu. Doğrusu İsrail bu konuda yalan söylemiyordu. İran’la arasına bir fiziki engel daha oluşturacak, İran’ın Suriye ve Lübnan’a erişimini zorlaştıracak, Arap olmayan, Müslüman ama laik bir devlet İsrail’in stratejik çıkarlarına uygun.
Ama Suriye, İran ve Türkiye’nin stratejik çıkarlarına uygun değil.
İran dün 25 Eylül referandumunun yapılması ve Kürt bağımsızlığı çıkması durumunda Irak ile bütün sınırı kapatacağını açıkladı.
Başbakan Binali Yıldırım ise, Netanyahu açıklamasının ertesi günü Irak Başbakanı Haydar el Abadi ile yaptığı telefon görüşmesi sonrası, Irak ile işbirliği dâhil her ihtimalin gündemde olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise dün, 17 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’ye hareketinden bir gece önce, gelişmeler karşısında 27 Eylül’de yapılacak Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısını 22 Eylül’e çektiğini duyurmuştu. Zamanlamanın önemi sadece Kürt referandumunun 25 Eylül’de, Almanya seçimlerinin de 24 Eylül’de yapılacak olmasından kaynaklanmıyor. Bir de birkaç haftadır sosyal medyada ortaya atılan ama hiç kanıtlanamadığı için haber de yapılamayan bir iddia var. O da PKK’nın (ya da PYD’nin) rekabet içinde olduğu Barzani’nin KDP’sinden ön alarak 23 Eylül’de Suriye ve Irak’ın bazı bölgelerinde kendi kontrolünde özerklik ilan edeceği iddiası. Tabii ABD daha önce resmi açıklamayla –Rusya’yı da kızdıracak- böyle bir gelişmeye karşı olduğunu açıklamıştı ama gelişmelerin hızının, verilen sözleri de ayaklar altına aldığı bir dönemdeyiz.
AK Parti hükümeti de 25 Eylül’e karşı sert karşı-önlemler alacağını söylüyor ama yapılabileceklerin gerçekten sınırı var. Erdoğan’ın 4 Ekim’de yanına Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı da alarak İran’a gidecek olmasını, her halde İsrailli karar alıcılar bir tehdit olarak algılamıyor ki, Barzani’ye destek açıklanıyor. İsrail belki de ABD orada oldukça Türkiye’nin ve kendi nükleer anlaşmasının derdine düşmüş İran’ın Irak Kürtlerine karşı kapsamlı askeri harekâta kalkışacağına inanmıyor. Keza, Irak'ın bölünmesiyle İran’ın güç kazanacağı, bölgedeki en önemli destekçisi Suudi Arabistan'ın zora düşeceği senaryolarına da belli ki kulak asmıyorlar.
Yazının başında Filistin demiştik, unutmayalım.
Hamas dün Gazze İdari Komitesini lağvedeceğini açıkladı. Bu bir tür Gazze hükümeti işlevi görüyor ve son 10 yıldır El Fetih yönetimindeki Ramallah yönetimiyle aradaki derin uçurumun nedeni sayılıyordu. Şimdi bu komite lağvedilirse, Filistin yönetimindeki ikiliğin ortadan kalkması ihtimali var.
Ama işin arka planında da şu var. Haziran ayında Suudi Arabistan’ın Mısır dâhil dört Arap ülkesini yanına alarak Katar’a yüklenmesi ardından Katar Emiri Temim el Sani tahtını koruyabilmek için bir takım geri adımlar batmıştı. Bunların arasında Suudi Arabistan ve Mısır’ın terörist saydığı, Türkiye ve Katar’ın saymadığı Müslüman Kardeşlere verdiği desteği kesmesi de vardı.
Bu aşamada Müslüman Kardeşler bağlantılı bilinen ve Hamas, Mısır istihbarat servisi Gihaz el-Muhaberat gözetiminde Kahire’de El Fetih ile dolaylı görüşmelere hız vermişti. İşte dünkü açıklama Mısır istihbaratının “kolaylaştırıcılığı” sayesinde, Suudi Arabistan desteğinde geldi. Ankara’nın tam destek verdiği Hamas, artık eskisi kadar güçlü değil ve tıpkı Tunus’taki Müslüman Kardeşler bağlantılı En Nahda hareketi gibi kendisini geriye çekerek varlığını koruma stratejisine geçti.
Suudi Arabistan da karışık… Hem Yemen, hem Suriye’de başarısız olan Riyad’da, Katar krizi sürerken veliaht prens ilan edilen Kral Salman bin Abdülaziz’in oğlu Muhammed bin Salman’ın yakında yönetimi ele alacağı haberleri var. Sadece genç değil, babasından çok daha iddialı ve hırslı olan yeni kralın gelişi yeni belirsizlikler demek olacak.
Anlayacağınız bölgemiz daha da karışıyor. Suriye siyasetimiz ise ABD destekli PKK’nın Suriye’de Kürt özerkliği, İsrail destekli KDP’nin Irak’ta Kürt bağımsızlığı peşinde koştuğu böyle bir dönemde değişiyor.