Petrol İhracatçısı Ülkeler Organizasyonu (OPEC) 1960 yılında beş ülke tarafından kuruldu: İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela.
OPEC kurulduğu zaman, Venezuela, bu beşlinin içinde günlük 2.8 milyon varil petrol üretimi ile lider konumdaydı.
Kuveyt günde 1.7 milyon varil, İran 1.1 milyon varil, Irak 1 milyon varil, Suudi Arabistan ise 1.3 milyon varil petrol üretiyorlardı.
Şu anda Kuveyt günde 2.7 milyon, İran 3.8 milyon, Irak 4.5 milyon, Suudi Arabistan ise 10 milyon varil petrol üretiyorlar.
Venezuela'nın üretimi ise günde 2 milyon varile düşmüş durumda. Halbuki Venezuela, 300 milyar varil ile dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervine sahip (ikincisi 267 milyar varille Suudi Arabistan).
Üretimdeki kayıp, düşük petrol fiyatı ile birlikte, Hollanda hastalığından muzdarip, GSYIH'sının yarısını, dış ticaret gelirlerinin %90'dan fazlasını petrolden kazanan Venezuela için çok büyük sorun demek.
Sorunun boyutunu bugünlerde yaşanan iç savaşı andıran görüntülerde, yiyecek yemek bulamayanlarda, ilaç kıtlığındaki hastanelerde görmek mümkün.
Venezuela için petrol sektörü, üretimin 1970'de günde 3.7 milyon varile tırmandığı OPEC'in kuruluşundan sonraki ilk 10 yıl haricinde daima hükümetin "altın yumurtlayan tavuğu" oldu.
Birinci devletleştirme dönemi
1973'te petrol fiyatlarını zıplatan Arap petrol ambargosu akabinde işbaşı yapan Carlos Andres Perez hükümeti, petrol gelirlerinden cesaretle kamu harcamlarını 2 yıl içinde üç kat arttırdı.
Bu nedenle ülkenin 1974'te 8 milyar dolar fazla veren cari işlemler dengesi, 1978'de 6 milyar dolar açık veriyordu.
Perez, çözüm olarak, 1975 yılında Petróleos de Venezuela, S.A. - PDVSA'yı kurarak enerji sektörünü devletleştirmeyi denedi.
Ancak PDVSA'nın kasasının fütursuzca kamu harcamalarında kullanılması ve 1979'daki İran ihtilali neticesinde artan petrol fiyatlarının talebi düşürmesi Venezuela'yı 1982'den 1989'a kadar sürecek bir mali buhrana soktu.
Dışa açılım dönemi
Devletleştirmenin pek ise yaramadığını gören PDVSA, bu sefer bir dışa açılım politikası güderek uluslararası piyasalarda ortaklar bulmaya çalıştı, Avrupa ve Amerika'da rafineriler satın aldı.
Bu adımlar neticesinde Venezuela, petrol üretimi 1989'da tekrar günlük 2 milyon varilin üzerine çıkarmayı başardı.
1989'da Perez, ikinci defa seçimleri kazanıp, bu sefer aynı hataları yapmamak için bir teknokratlar hükümeti kurdu, IMF desteği ile mali disiplini ön plana çıkaran, "Büyük Dönüşüm" adında bir paket açıkladı.
Her ne kadar programın başarılı yanları olsa da, önüne geçilemeyen yolsuzluklar, kemer sıkma politikalarının yükü, düşen petrol fiyatları ile birleşince "Caracazo" diye anılan büyük protesto dalgaları ile sonuçlandı.
Siyasi buhran, 1992'de iki darbe girişimi (biri Hugo Chavez tarafından), 1993'te Perez'in yolsuzluk nedeniyle görevden edilmesi ile devam ederken, ekonomik krizler de ardı ardına gelmeye başladılar.
1994'te hükümeti devralan Rafael Caldera petrol endüstrisine yabancı yatırımları tekrar teşvik edip, azami petrol üretimi ve ihracı stratejisi ile Venezuela'nın petrol üretimi 1974'ten beri ilk defa tekrar günde 3 milyon varilin üzerine çıkardı, 1998'de günde 3.5 milyon varile yaklaştı.
Caldera'nın amacı, PDVSA'yı uluslararası ortamda rekabet eden bir firma haline getirmekti. Ancak bir kere daha 1998-2000 yılları arasındaki ekononomik krizler nedeniyle düşen petrol fiyatları tekere çomak soktular. Caldera, 1998 sonunda seçimlerde Hugo Chavez'e yenildi.
Chavez dönemi
Hugo Chavez, hükümeti 1999 başında devraldığında, Venezuela'nın petrol üretimi günde 3.5 milyon varildi, 2013'te öldüğünde ise 2.7 milyon varil.
Bu rakam, halefi Maduro'nun yönetiminde günlük 2 milyon varile düşmüş durumda.
Yaklaşık 14 yıllık Chavez dönemi "petrol zengini bir ülke nasıl yönetilmemeli" başlığı altında, politikacıların kısa vadeli hesaplarının ülkeleri uzun vadede nasıl felakete sürüklediği konusunda bir ders olarak okutulabilir.
Petrol sektörüne, ilk defa 2001'de el atan Chavez, gene bildik bir reçete ile Venezuela'daki bütün rezerv arama, petrol üretim, satış vb. işlerini hükümete bağladı.
Bu, Venezuela'nın bilhassa tetkiki ve çıkarılması çok zor Orinoco Kemeri'ndeki ağır petrol rezervelerinde çalışan BP, Chevron, CNPC, Conoco, Exxon, Lukoil, Petronas, Repsol, Statoil, Total gibi büyük uluslararası firmaların yaptıkları yatırımların hesaplarını altüst eden ilk adım oldu.
Aralık 2002'de PDVSA yönetimi, Chavez'in politikalarının ülkenin petrol üretimini olumsuz etkileyeceğini görerek genel greve gitti.
Ülkenin petrol üretimi, Kasım 2002'de 3.3 milyon varil/gün iken, Ocak 2003'te günde sadece 700 bin varile kadar düştü.
Ekonominin çökmesine rağmen bu protestoya ve arada bir de darbe girişimine direnen Chavez, karşılık olarak 19 bin PDVSA işçisini kovdu ve o zamana kadar özerk bir yapı olan PDVSA'yı Enerji ve Petrol Bakanlığı'na bağladı ve "Fonden" adında, petrol gelirlerinin toplandığı ve sadece kendisinin kullanabildiği bir fon kurdu.
Chavez'in Venezuela'nın petrol endüstrisine ikinci darbesi 2007'de devlet gelirlerini artırmak için ülkedeki bütün yabancı firmaların operasyonlarında çoğunluk haklarını PDVSA'ya devrederek geldi.
Sert devletleştirme adımları, işten çıkarmalar nedeniyle yaşanan tecrübe ve bilgi kayıpları, Venezuela'nın petrol endüstrisine yapılan yatırımları kesti ve büyük operasyonel kabiliyet kaybına yol açtı.
PDVSA, Venezuela'da benzinin litresinin geçtiğimiz yıla kadar devlet sübvansiyonu sayesinde Türk Lirası ile sadece 35 kuruş olması ve Fonden üzerinden yapılan karşılıksız sosyal yardım harcamaları nedeniyle Chavez iktidarının son yılında 44 milyar doları petrol üretimini arttırıp kalıcı gelir sağlayacak yerde Chavez'in popülist politikasının finansmanına aktardı.
Venezuela'nın en büyük petrol müşterisi hala ABD
Petrol endüstrisi, yüksek maliyetli bir endüstri. Üretimi arttırmak değil, sadece sabit tutmak için dahi milyarlarca dolar yatırım gerekiyor. Yüksek petrol fiyatları, yatırımları kolaylaştıran bir etken. Venezuela'nın petrol üretimini petrol fiyatları 100 doların üzerinde seyrederken dahi arttıramamış olması, endüstrinin çok kötü halde olduğunun göstergesi.
İşin ilginç yanı, "emperyalist batı" ve "devrim" söylemleri ile atılan bütün bu adımlar Venezuela'yı daha bağımsız bir ülke yapmadı. Tersine Venezuela iflas etmemek için Batılı petrol firmalarından doğan boşluğu, daha kötü şartlara Çinli ve Rus firmalara vermek zorunda kaldı.
Çin, Venezuela'ya petrol karşılığı 2007'den beri 50 milyar dolardan fazla kredi verdi, bunun şimdiye kadar yarısına yakını petrol olarak Çin'e "ödendi". Çin'in en büyük petrol şirketi CNPC, Venezuela'da en büyük aktörlerden biri konumuna geldi.
Rusya, Chavez iktidarı boyunca Venezuela'ya 11 milyar dolarlık silah sattı. PDVSA, Rus petrol devi Rosneft'e ortaklık ve Venezuela'nın Amerika Birleşik Devletleri'ndeki rafineri firması CİTGO'yu ipotek olarak verdi.
Burada jeopolitik bir ironi de var: ABD tarafından yaptırımlara uğrayan Rusya , Venezuela'nın borcunu ödeyememesi durumunda teorik olarak ABD'nin rafineri kapasitesinin %4'üne sahip olabilir.
ABD demişken, bütün bu siyasi serüven esnasında, ABD ham petrol ithalinin onda birini Venezuela'dan yaparak Venezuela'nın en büyük petrol müşterisi, bir anlamda en büyük gelir kaynağı olmaya devam etti.
ABD, hala Venezuela'dan günde 720 bin varil petrol ithal ediyor ve Venezuela'ya günde 110 bin varil ihraç ediyor.
Chavez'in popülist politikaları, iyi niyetli ya da bilgisizce, Venezuela ekonomisinin ana gelir kaynağı petrol üretiminin önümüzdeki yıllarda tekrar toparlanmasını imkansız hale getirdi. Halefi Maduro'nun siyasi yolu da aynı istikamette gidiyor.
Ekonomisi neredeyse tamamen petrol ihracına dayanan bir ülkede, orta vadede petrol fiyatlarının fazla toparlanmayacağı da tahmin edildiğinde, Venezuela'nın içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkması zor olacak.