Ekonomi kalkınma, refah gibi kavramların sadece sayılardan oluşmadığını, “ekonominin sadece ekonomi olmadığını” çoktan öğrendik. En basit yol; insani gelişmişlik, refah, iyi yaşam gibi küresel lig sıralamasında ilk 10’a, ilk 20’ye giren ülkelerin neyi nasıl yaptığı, hangi kurum ve kurallara sahip olduklarına bakmak zaten iyi bir “kılavuz”. Yazılı anayasası bile olmayan ülkelerin hukukun üstünlüğünü tesis etmek için ne yaptığını keşfetmek zor değil.
Türkiye yarın, bundan neredeyse 10-12 yıl önce ekonomisine, kalkınmasına ve toplumsal refahına büyük bir ivme veren “hikâyesinin” sonunu oyluyor olacak. 2005’te “gelişmiş ülkeler” ligine eşiğine adım atarak, AB üyelik müzakerelerine tarih alırken ortaya çıkan ‘hikâye’ çoktan bozuldu. Şimdi bunu ‘kitaba yazmak’ ya da yeniden başlamak için halk oylaması yapılıyor.
O ilk günden belli idi ki sonunda Türkiye ister üye olsun, ister olmasın; müzakere sürecinde hukuk, demokrasi, temel haklar, kurumlar ve kuralları olan ekonomi gibi temellerde ilerleyecek, bunu kurdukça “gelişmiş ülke” liginde sıra kazanacaktı. Devasa yatırımların ve sermaye akışının kapısı açılmıştı.
Oysa oylama öncesinde geldiğimiz yer şöyle; bir borsacının tanımlamasıyla “yabancı yatırımcı ilgisi kalmadı; 50 milyon dolarlık alımla 4 hisseyi yükseltip, ‘Borsa Evet’i satın aldı’ hikâyesi yazma” noktasına sürüklendik.
“Ortak akıl” şiarı ile ülke yönetimine aday olan iktidar partisinin ilk kurulduğunda parti programında “Farklı tercihlerin rekabeti, sağlıklı bir demokratik sistemin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu yarışta çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler. Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz” yazıyordu. Hâlâ da öyle yazılı. Ama çoktan ‘çoğunlukçu tarz’ işleyişe egemen oldu. Anayasa değişikliğinin yapılması da, halk oylamasından beklenen de programdakinden tam tersi; yarıdan bir fazla oyu alırsa tüm toplumun refahını yükseltme ivmesi yaratan o “gelişmiş ülke” ligine gidiş hikâyesini zayıflatacak bir anayasa değişikliği yürürlüğe girecek. Türkiye içine kapanacak.
Anayasa referandumunda yarın söz halkın. Yoklama anketlerinde kararsızları da dağıtarak öngörülen sonuçların yarı yarıya olduğu görülüyor. İstatistiki yanılma payı yüzde 2 de hesaba katılırsa her iki yönde de sonuçla karşılaşılabilir. Herkesin aklında olduğu gibi şunu da not etmek gerekiyor; OHAL altında kamuoyu yoklamalarına zar-zor bulunan, ulaşılan deneklerin verdikleri yanıtların gerçek bakışlarına ait beyanları olduğu ve kararsızların da ‘uygun’ dağıtıldığı varsayımı ile bakılıyor bu sonuçlara.
Tüm toplumu ilgilendiren temel hak ve özgürlük, kural ve kurumların değiştirilmesini içeren anayasa düzenlemeleri “nitelikli çoğunlukla” değil de “marjinal” oy farklarıyla geçtiğinde tartışma bitmez. Anayasalar, toplumsal mutabakat metinleridir çünkü. Özel mülkiyet alanında apartman yönetiminde bile tam mutabakat kuralları olan ülke, mutabakatsız bir anayasa yapıyor. Bugün “gelişmiş ülke” statüsünde bulunan çok zengin ülkelerin buna sıkı sıkıya sarılmasının ardında da bu refahı koruma çabası var. Bu refahın ana temeli de güçler ayrılığı. Türkiye yarın bunu ya gömecek, ya da tersine güçlendirme iradesini ortaya koyacak.
Çoğunlukçu bir bakışla hazırlanan ve halkın iradesini temsil eden Meclis’te “nitelikli çoğunluk” bulamadığı için doğrudan halk oylamasına giden Anayasa değişikliğinin yarıdan bir fazla oyla geçmesi bile sorunlu olacaktır.
Böylece, bundan 10-12 yıl önceki “AB ile eklemleşme” hikayesinin bitiş ve “AB ile ayrışma” hikayesine başlangıç demek olacaktır. Tüm bunun ekonomiye yansıması en başta finansal kanaldan başlayıp daraltıcı yönde olacaktır.
Söz yarın seçmenin.