Yasaklar referandumunda Demirel, evet kampanyasını yürütüyordu.
Üstü açık bir aracın içinde elinde şapkasıyla Türkiye’yi dolaşıyor, hıncahınç dolu meydanlarda yüz binlere hitap ediyordu.
Özal hayır kampanyasını yürütüyor, meydanları dolduruyor, yüz binlere hitap ediyordu. Bazı yayın kuruluşları helikopter kaldırıyor, Demirel ve Özal’ın mitinglerinden fotoğraflar çektirilip kıran kırana giden mücadele sayfalara yansıtılıyordu. Özal ile Demirel arasında tam anlamıyla, ‘devlerin savaşı’ yaşanıyordu.
Demirel’in konvoyunda olup, yüzde 70’ten aşağı tahminde bulunanlar hain ilan ediliyordu. Özal’ın cephesinde ise yüzde 75’ten aşağıda tahminde bulunana ‘Demirelci’ damgası vuruluyordu.
Sandıklar açıldı, sonuçlar hiç de öyle beklenildiği gibi değildi. Evetler kıl payı öndeydi. O süreçte keşke birileri çıksa da iki tarafa gerçekleri hatırlatsaydı. Bu tür süreçlerde pohpohlayan, uçuk kaçık oranlar veren çok olur. Asıl sorumlu gazetecilik, gerçekleri olduğu gibi yazabilmektir. En büyük dostluk bu olur. Çünkü yarın çok geç olmadan...
Türkiye 16 Nisan’da tarihi bir referanduma gidiyor. Sistem değişiyor. Henüz meydanlara çıkılmadı, o nedenle inişlerin, çıkışların olması normal. Bundan sonraki seyir önemli.
Referandum, seçim gibi değil. Referandumun havası farklı. Referandumda evet diyenlerin hayır diyenlerden, hayır diyenlerin evet diyenlerden oy alması gerekiyor.
Evet cephesinin en büyük kozu Recep Tayyip Erdoğan gibi bir değere sahip olmaları. Şimdiye kadar girdiği hiçbir seçimi kaybetmeyen ve kitleleri peşinden sürüklemeyi bilen bir lider. Erdoğan meydanlara çıkmadan ve kampanyayı belli bir noktaya kadar taşımadan referandum sonucuna ilişkin yapılacak olan değerlendirmeler eksik olur. Erdoğan şapkasından tavşan çıkarmıyor. Kitleleri ikna ediyor.
Kampanyanın dili önemli.
Referanduma giderken CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne gitmemesi, Kılıçdaroğlu’nun başörtülü olduğu için saldırıya uğrayan başörtülü lise öğrencisini ziyaret etmesi doğru bir adım. Meral Akşener, Çanakkale’de konuşturulmadığında AK Parti yetkililer arayıp, üzüntülerini ifade edebilirlerdi.
Kamuoyu araştırma şirketleriyle konuşuyorum...
Sonucu kararsızların belirleyeceği konusunda ittifak halindeler. Kararsızların oranı yüzde 20 olarak gösteriliyor. Kararsızları kim yanına çekmeyi başarırsa, o taraf kazanacak.
12 Eylül’ün baskısı altında gidilen 1982 referandumundaki yüzde 91 oranı yanıltıcı olmasın. Referanduma katılım oranları düşük olduğu için sandığa gitmek için yüksek bir motivasyon gerekiyor. Kararsızların yarısının sandığa gitmeyeceği tahmin ediliyor. 55 milyon seçmenimiz olduğuna göre aslında referandumun sonucunu belirleyecek olan 5 milyon kararsız olacak.
Peki kararsız seçmeni kazanmak için ne yapmalı?
Araştırma şirketleri bu konuda çaprazlama soruların yer aldığı anketler yapıyor. Sonucu merak ediyorum ama ilk bulguları paylaşabilecek durumdayım.
Yeni küskünlükler oluşturacak değil, tam aksine kararsızları kazanacak dil ön plana çıkıyor.
- Toplumu ürküten, korkutan değil toplumu kucaklayıcı pozitif kampanya yürütülmeli. Evet veren de hayır diyen de bu ülkenin saygın bir vatandaşıdır duygusu yaşatılmalı.
- Topluma korku değil, umut verilmeli. Evet diyenler, cumhurbaşkanlığı sistemi geldiğinde ne tür kazanımlara sahip olacağımızı anlatmalı. Etkin yönetim, siyasi istikrar, vesayetin son bulması, Türkiye’nin hızla kalkınıp zenginleşmesi gibi.
- Hayır diyenleri DAEŞ, PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle hareket etmiş gibi göstermek yerine, hayır denildiğinde ülkenin neler kaybedeceği anlatılmalı. Hayır derseniz terör örgütlerini sevindirirsiniz gibi.
Aynı durum hayır kampanyası yürütenler için de geçerli. Rejim tehlikesi, Türkiye’yi karanlığa teslim etmek gibi negatif söylemlerden uzak durmak gerekiyor.
AK Parti tek başına iktidar nasıl oldu?
7 Haziran’da MHP’ye oy verenlerin yüzde 4.39’u, HDP’ye oy verenlerin 2.36’sı, SP’ye oy verenlerin 1.38’i oy verdi.
Demek ki her partinin tabanından oy almak mümkün. Yeter ki kucaklayıcı bir dil olsun.