"Ekonomimiz çok sağlam, döviz kurundaki artışın önemli bir etkisi olmaz" dendi... Ardından kamuya döviz borcu olan şirketlerin bu borçlarını 2 Ocak'taki kur üstünden ödemelerine olanak sağlayan kanun hükmünde kararname çıkarıldı. Çünkü gelinen kur düzeyi birçok şirketi zor duruma düşürecek boyuttaydı.
"Kur artışı da neymiş" gibi bir yaklaşım sergilendi... Ama döviz açığı olan şirketlerin durumunu iyileştirmek adına adımlar atmak, onlar için önlemler geliştirmek üzere çalışma başlatıldı.
"Biz kurdaki artışa karşı dayanıklı bir ekonomiye sahibiz" görüşü dile getirildi... Ardından AVM'lerde kiraların Türk Lirası'na dönüştürülmesi için kampanyayı aşan çağrılar seslendirildi.
"Birlikte hareket edersek ve dayanışma içinde olursak kur artışının üstesinden geliriz" denilerek yastık altındaki dövizin TL'ye çevrilmesi için çağrılar yapıldı... Bu çağrılara uyup dövizini satanlar, bir süre sonra döviz daha da artınca "Yandım Allah" diye dövünmeye başladı.
Kur artışının bir ekonomiyi etkilememesi mümkün değildi ki... Bu ekonomi ister Türkiye, ister çok gelişmiş bir ülkenin ekonomisi olsun. Ayrıca döviz ihtiyacı olan, büyümesini, kalkınmasını sürdürebilmek için dövize ihtiyaç duyan, önemli düzeyde ithalat yapmak durumunda olan ve yurtiçi fiyatlar üstünde bu ithalatın önemli etkisi bulunan bir ülke için, yani Türkiye için döviz kurundaki artışın önemsiz olduğu nasıl söylenebilirdi ki...
Enflasyon tahmini yüzde 8'e çıkarıldı
Dövizdeki hızlı artışın ekonomiye etkisini zaten görüyorduk görmesine de resmi rakamlar bazındaki etkiler de ortaya çıkmaya başladı. Merkez Bankası, 2017 yılının enflasyon tahminini 1.5 puan yukarı çekmek durumunda kaldı. Daha önce yüzde 6.5 olarak tahmin edilen 2017 yılı tüketici fiyatları artışı revize edildi ve yüzde 8'e çıkarıldı.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, 2017 yılının ilk enflasyon raporunu açıklarken, 2017 tahmininin yanı sıra 2018 tahminini de revize ettiklerini söyledi. 2018 tahmini 1 puan artırılarak yüzde 5'ten yüzde 6'ya yükseltildi.
Bu revizyonlara durup dururken gidilmedi tabii ki. Tahminlerin yukarı yönlü revize edilmesine yol açan başlıca etken Türk Lirası'nın değer kaybıydı.
2017 yılı enflasyonunun daha ilk raporda revize edilmesinde gıdada beklenen yüzde 7'lik artışın yüzde 9 olarak değiştirilmesi önemli bir etki yaptı. Gıdadaki bu revizyonun en büyük nedeni ise, sert kış koşulları yüzünden arzda ortaya çıkacağı beklenen yavaşlama ve TL'nin değer kaybının yansımaları olarak açıklandı. Kaldı ki, turizmdeki sıkıntının gıda talebine etkisi ve Gıda Komitesi'nin alacağı önlemler gıdadaki artışın daha büyük olmasını frenleyecekti. En azından tahmin bu yöndeydi.
Gıda enflasyonu tahmininin yüzde 7'den yüzde 9'a çıkarılması, toplam TÜFE'yi 0.4 puan etkileyecekti. Yani TÜFE'deki 1.5 puanlık revizyonun yaklaşık dörtte biri gıdadan kaynaklanacaktı.
Geçen yılın ekim ayındaki enflasyon raporunda petrolün varil fiyatı bu yıl için 54 dolar olarak esas alınmıştı. Petrolün fiyatına ilişkin tahmin de değiştirildi ve 57 dolara çıkarıldı.
En büyük revizyon kurda
Petrolün varil fiyatına ilişkin tahminin 54 dolardan 57 dolara çıkarılmasının fazla bir önemi yok. Biz varili 54 dolar olan petrolü yıl ortalaması bazında 3.18 olacağını varsaydığımız dolar kurundan alacağımızı hesaplıyorduk. Çünkü orta vadeli programa göre 2017 yılı ortalama dolar kuru varsayımımız buydu. Bir başka ifadeyle petrolün varilini, 3.18'lik kurdan 172 liraya alacaktık.
Oysa şimdi petrolü 57 dolardan alacağımızı öngörüyoruz ama daha ocak ayındaki ortalama kur 3.73 düzeyinde. Yani petrolün varili 213 lirayı buldu. Tabii ki kur sonraki aylarda gerileyebilir; ama şimdiki tablo böyle.
Yanıtlanmayan sorular
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, enflasyon raporunu açıkladığı toplantıda iki soruyu not etmekle yetindi ve kendi açısından haklı olarak yanıt vermemeyi tercih etti.
Sorulardan biri, yabancıların döviz konusunda Türkiye'ye nasıl oyun oynadıklarıydı. Herhalde yabancılar Türkiye'ye bir oyun oynuyor olsalardı, bunu en iyi bilecek durumdaki kişi konumundaki Çetinkaya bu pası kaçırmaz ve her şeyi anlatırdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçenlerde faizde alt-üst banda gerek olmadığını ve tek faize geçilmesi gerektiğini dile getirmişti. Merkez Bankası Başkanı, bu konudaki görüşü sorulunca da doğrudan bir yanıt vermemeyi tercih etti. Merkez Bankası faizde sadeleşmeyi uzun süredir öngörmekteydi ama Çetinkaya'nın sessizliğinden anlaşılacağı üzere belli ki bu şimdilik gerçekleşecek gibi görünmüyordu.
Dış ticaretimiz küçüldükçe küçüldü
Türkiye geçen yılın tümünde 142.6 milyar dolarlık ihracat, 198.6 milyar dolarlık da ithalat yaptı. İhracat, son beş yılın, ithalat ise son altı yılın en düşük düzeyine indi. İthalat, daha önce 2008 yılında da geçen yılki düzeyin üstünde gerçekleşmişti.
Geçen yıl ilk iki çeyrekten sonra ekonomik büyümenin durması ve üçüncü çeyrekte küçülme yaşanması, son çeyrekte de çok büyük bir canlanma görülmeyeceğinin belli olması ithalattaki bu gerilemenin en büyük etkeni kuşkusuz.
İhracatta da özellikle komşu ülkelerle olan ticaretin önemli ölçüde sekteye uğraması büyük sorun yaratıyor.
2016'yı şöyle ya da böyle geride bıraktık. Önemli olan bu yılın nasıl seyredeceği, nasıl seyredebileceği...
Türkiye ihracat için büyük ölçüde ithalata bağımlı bir ülke haline geldi. Dolayısıyla ithalat yapmadan ne üretim gerçekleştirme ne de ihracat yapabilme şansımız var. Peki bu kur düzeyiyle ithalat yapacak, sonra üretecek ve nasıl ihracat gerçekleştireceğiz ki?
2016 yılının ortalama kuru 3.02 düzeyinde gerçekleşti. Ocak ayının ortalaması ise 3.73. Haydi yıl ortalamasıyla ay ortalamasını karşılaştırmayalım ve bu görüşten hareketle aralık-ocak kıyaslaması yapalım. Geçen aralıktaki ortalama kur 3.49'u, ocak ayını 3.73'ten kapattık.
Şimdi biz bu tablo içinde dış ticaretimizi 2017 yılında öngörülen düzeylere çıkarabilir miyiz... Dış ticarette 2017 için öyle çok iddialı hedefler yok, dolayısıyla öngörülen rakamlara ulaşmak zor olmayacak gibi görünüyor. Hatırlayalım hedefleri; bu yıl ihracatın 153.3 milyar, ithalatın 214 milyar dolar olmasını öngörüyoruz. (Alaattin Aktaş / Dünya)