Merkez Bankası yönetimi şimdi şunu deniyor; mealen özeti, ‘faiz artışı yaptığınızda kalıcı oluyor, geçici faiz artışına yol vererek dövizi kontrol etmeyi deneyelim’.
Her deneyin bir yan etkisi var. Hele ki bunun sonuçlarını öngörememişseniz hasar bırakır.
İşte Merkez Bankası bu deneyi, bir para politikası aracı olmayan ‘Geç Likidite Penceresi’ adlı araçla yapmaya çalışıyor. Bu pencere, ancak saat 16’da açılabilen bir pencere. Yani iş gününün sonuna kadar para bulamamış bankalara açılan bir pencere. Faizi de yüzde 10.
Merkez Bankası parayı sıkana kadar, bankacılık sistemi yılbaşından bu yana günlük olarak ortalama 85 milyar TL borçlanıyordu Merkez Bankası’ndan. Bunun anlamı, bu para verilmezse bankalar açıkta kalır.
Merkez Bankası yüzde 8 ile haftalık vadede verdiği parayı bugün sıfırlamış olacak. Artık tüm likidite talebi gecelik vadeye kaldı.
Gecelik vadede de yüzde 8.50 ile para verdiği iki kanal var; o iki kanaldan verdiği parayı da daralttı. Toplamda kabaca 40 milyara düşürdü. Bu durumda bankalar, eskiden hiç düşmedikleri Geç Likidite Penceresi’ne başvurmak zorundalar. Pazartesiden bu yana başladılar. Yani ihtiyaçları olan likiditenin yarısı için bu pencereyi bekleyecekler.
Tekrar vurgulamak gerekiyor; bu pencerenin açılış saati günün sonuna doğru, saat 16’da.
Bankalar, yapacakları ödemeler ile müşteri transferleri gibi işlemlerin bir bölümünü, ellerinde yeterince para olmadığı için saat 16’yı bekleyecekler. Bu durumda da, sırf faizi artırmaktan uzak durmak için, bankaları sıkayım derken reel kesime kadar yayılacak bu likidite sıkılaşması yaratılıyor.
Özetle, kabaca 85 milyarın üçte biri saat 14’e kadar, yarısı ise saat 16’ya kadar verilmiş oluyor. Kalan yarısı için de 16’da ‘pencere açılıyor’.
Deneyimli merkez bankacılar, bu pencereyi bir para politikası aracı, parasal sıkılaştırma olarak görmez ve kullanmaz. Zor durumdaki bankalara ‘acil durum’ penceresidir. Oysa mevcut Merkez Bankası yönetimi, aldıkları kararların sonuçlarını kestirmekte yaptıkları hatalarla dikkat çekiyor.
Döviz kurundaki hızlı çıkışı yavaşlatmak için faiz artışı yapmak gerektiğini, bunun da geçici bir sıkılaşma ile çözüleceğini düşündükleri ortada. Ancak bunu mali sistem likiditesini gün sonuna kadar kurutarak, ödemeleri gün sonuna kadar öteleyecek bir sonuç yaratacağını görmemek büyük hata.
Bu konunun ne kadar önemli olduğu, 2001 krizinde görüldü. Mali piyasalardaki çalkantıyı büyütenin, krizin kırılma noktasının bankacılık sistemindeki ödeme akışının durması olduğu hala belleklerde taze.
Merkez bankaları ‘son borç verici’ kurumlardır. Bunu da ekonominin ve reel kesimin ‘likidite akışını’ duraklatmayacak biçimde yaparlar.
‘Faiz artışı yapmayayım, yaparsam geçici olsun, ama bunun için akşam 16’ya kadar gereken likiditenin tamamını vermeyecek araçlarla hareket edeyim’ duruşu, bizatihi mali sisteme ve reel ekonomiye zarar verir.
İşte bu yüzden, ‘Geç Likidite Penceresi’ bir para politikası aracı değildir. Normal zamanlarda, durumu zor olan bankaların turnusol penceresidir. Hiçbir merkez bankası, bunu Ankara’daki ‘çiçeği burnunda’ merkez bankacılar gibi kullanmaz. Denemez bile.
Böyle bir para politikası sergilenmesi, durumun ciddiyetinin Ankara’da önemsenmediği gibi bir fotoğraf ortaya çıkarıyor. Bu da, TL’nin değer kaybına dair kapıları açık tutuyor.
Merkez Bankası ister verdiği paranın bir bölümüne uyguladığı faizi yükseltmiş olsun, isterse bu durumu geçici olarak kullanıyor olsun; para piyasası faizleri yüzde 10’a dayanmış durumda.
Şimdi şu tartışılıyor; Merkez Bankası, faiz kararlarının alındığı Para Politikası Kurul toplantısına kadar (24 Ocak) zaman mı kazanmak istiyor? O tarihe kadar faizi yükselteme aracı olarak Geç Likidite Penceresi’ne mi sarıldı?
Görünen o ki; böyle bir ‘zaman kazanma çabasından’ çok, bu durumun ‘geçici olduğu’ vurgusunu piyasaya verme çabası daha ağır basıyor. Hem de başka sonuçlara yol açacak yanlış araçlarla.