Merkez Bankası dün faizlere dokunmadı; olasılıkla, kuru artıran nedenlerin kendi kontrolünde olmadığı düşüncesiyle faizi kura tercih etti.
Malum, iktisatta ‘imkansız üçlü’, sermaye hareketleri serbestken ya faizin ya da kurun kontrol edilebileceğini söyler. Merkez Bankası da, kurdan rahatsız olsa da tercihini faizi sabit tutmakta kullanmış oldu.
Merkez Bankası sabit tutarken ne dedi?
Geçen ay ekonomide toplam talepteki yavaşlamanın enflasyondaki düşüşü desteklediğini söylerken, bu ay açıyı biraz değiştirmiş; düşüş bir tarafa, yavaşlamanın enflasyona kurdan gelen yukarı yönlü etkiyi sınırladığı düşüncesinde. Açıklamada, “Yakın dönemde küresel belirsizliklerdeki artışa bağlı olarak yaşanan döviz kuru hareketleri ve petrol fiyatlarındaki yükseliş enflasyon görünümüne dair yukarı yönlü risk oluşturmaktadır. Öte yandan toplam talep gelişmeleri bu etkileri sınırlamaktadır” deniliyor. Bunun özeti şu; enflasyona kur yükselişinden gelen baskı var, ama ekonomik yavaşlamanın etkisi bunu sınırlıyor.
Bu açıyla, Merkez Bankası ‘bekleyelim görelim’ diyor; “Kurul, bu faktörlerin net etkilerinin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi açısından, gelişmelerin yakından takip edilmesinin faydalı olacağını ifade etmiştir.”
Ekonomik durgunluk üçüncü çeyrek verileri ile tescillendi; ama bir taraftan da kur artışının getireceği enflasyon artışı söz konusu. Türkiye ‘stagflasyonun’ eşiğinde. Durgunluk içinde hasılatı düşen ve yüksek döviz borçlusu şirketler kesimine, bankanın para politikası tercihi “kırk katır mı, kırk satır mı?” eşiğinde. Tahvil getirilerine bakılırsa faizleri en az 2-3 puan artırması gerekiyor. Bankanın dünkü açıklamasında “iktisadi faaliyetin yılın üçüncü çeyreğinde ivme kaybettikten sonra dördüncü çeyrekte kısmi bir toparlanma sergilediğine işaret etmektedir” denilse de “büyüme mi, enflasyon mu?” sorusunda; büyümeyi tercih ettiği açık.
Bunda da en önemli etken olasılıkla, dolar kurundaki artışın 3.50’ye yakın bir çizgide yavaşlamış olması. Merkez Bankası’nın Kasım ayındaki toplantısından bu yana kur artışı yüzde 2.5 gibi oranda gerçekleşti. Bu, olasılıkla Ankara’da, ‘kur artışı yavaşlıyor, faize ellemeyelim’ düşüncesini egemen kılmış olabilir.
Bu tabloda da kamu bankaların önemli bir rolleri yok değil. Döviz piyasasında ‘Merkez Bankası’na yardımcı’ rolleri belirgin biçimde gözleniyor. Son dönemde gün içinde olduğu gibi, olağanüstü hallerde de kamu bankaları ‘örtülü bir rol’ üstlenmiş görünüyor. Örneğin, Rus büyükelçinin Ankara’da suikasta uğradığı andan günün geç saatlerine kadar, kimi kamu bankalarının ani yükselen döviz kurunu sakinleştirmek için ‘en iyi satıcı’ fiyatıyla döviz piyasasında kotasyon girmesi anlamlı. Bilmiyoruz; bu durum politik bir araç seti içinde mi yer alıyor, yoksa ‘görev üstlenme’ mi? Ancak bunun sürdürülebilir olmadığı açık.
Merkez Bankası dün “duruma bakıyorum” diye idareci bir duruş sergilese de; bu da sürdürülebilir değil. Önünde sonunda piyasa ile olan faiz farkını kapatmak zorunda kalacak. Geç kaldıkça bu farkın büyüyeceğini de hesaba katmak gerekiyor.
Merkez Bankası geçen ay haftalık repo faizini yarım puan, gecelik borç verme faizini de çeyrek puan artırmıştı. Geçen ay bu kararı aldığı haftaya 5.5 milyar dolarlık rezerv kaybı ile girmişti. Dün karar alırken de önceki aya göre bir 4.2 milyar dolarlık rezerv kaybı daha vardı. Kabaca 40 günde 11 milyar dolarlık toplam altın ve döviz rezervi kaybı sonrasında faize dokunmadan ‘pas geçmek’ fazlasıyla cesur bir karar.
Tüm bunlar, ‘iyi günlerde’ faizleri daha da gevşetmek yerine görece daha sıkı durarak enflasyonu düşürme fırsatını kaçıran bir merkez bankasının karşılaştığı zor bir açmaz. Yükselen enflasyona ekonomik durgunluğun eşlik etmesi halinde ‘kapana kısılan’ bir merkez bankası tablosu.