2000 - 2001 ekonomik krizi sonucu 22 bankaya el koyulmuştu. O zamanlar tam 22 kere “BDDK bankaya el koydu” haberi çıkınca, bankalara nasıl, ne şartlarla el konulduğunu nerdeyse herkes öğrenmişti.
15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra hemen hemen her gün, bu sefer FETÖ bağlantılı şirketlere el koyulduğu haberini okuyoruz.Okuyucularımız, kendi şirketleri için endişeleri olmasa da, bir şirkete nasıl el koyulduğunu yazmamızı istiyorlar.
Bir şirketin yönetimine el koyulması demek, aslında şirkete kayyum atanması demektir. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 133’üncü maddesi, suçun, bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyum atanabileceğini söylemektedir.
FETÖ bağlantılı şirketlerde iddia, bu şirketlerin sermayelerinin vatandaşlardan “himmet” adı altından toplanan paralar olduğu, mali kaynaklarını FETÖ’nün faaliyetlerine harcadıkları, yöneticilerinin kişisel ihtiyaçlarının giderilmesine sarf ettikleri yönündedir.
Soruşturma ve kovuşturma sürecinde, şirkete el koyma kararını verme yetkisi ile, kimin kayyum olarak atanacağına karar verme yetkisi sulh ceza hakimine aittir.
Tecrübe sahibi
Uygun olan herkes kayyum olarak atanabilir. 10 Kasım 2016’da kabul edilen 6758 sayılı Kanun’un 19’uncu maddesi, FETÖ gibi, terör örgütlerine aidiyeti, bağlantısı, bu yapılanmasının içinde yer alması nedeniyle kayyum atanmasına karar verilmişse, artık terör örgütü bağlantılı bu şirketler için kayyumluk görevi TMSF tarafından yerine getirilir.
Mobilyacılık, matbaacılık, yayıncılık, lojistik, dershanecilik gibi bir çok çeşitli alanda faaliyet gösteren bu şirketlere TMSF’nin nasıl kayyumluk yapacağı, verimli ve etkili olup olmayacağını sorabilirsiniz.
Ancak, TMSF’nin, el konulan 22 batık banka sebebiyle, bankalar dışında, hakim ortaklarının banka kaynaklarını aktardıkları yüzlerce şirketinin yönetimine el koyduğu ve bunları yönettiği, böylece çok çeşitli alanlarda faaliyet gösteren şirketleri bu sefer “kayyum” olarak yönetme bilgi birikimine ve tecrübesine sahip olduğunu kabul edelim.
Terör bağlantılıysa...
Evet, TMSF’nin asıl kuruluş amacı el koyulan bankaları rehabilite etmektir ama, bu süreçte bankacılık dışında faaliyet gösteren bir çok şirkete el koyarak onları da yönettiği için, tecrübe ve birikim edindiği de bir gerçektir.
Kısaca, bir şirket yönetimine el koyulabilmesi ve kayyum atanabilmesi için, bir suçun o şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi, bu yönde kuvvetli şüphenin bulunması ve gerçeğin ortaya çıkarılması için el koymanın gerekli olması aranır. Şirket terör bağlantılı ise resmi kayyum olarak TMSF, değilse sulh ceza hakiminin takdir edeceği bir veya birkaç kişi kayyum olarak atanır.
Ortakların şirketlerdeki ortaklık paylarına el koyulması ile şirketlere el koyulması ise farklıdır, karıştırılmamalıdır.
Motorlu taşıtta durum ne?
Zaman zaman, -şart değil ama- pahalı ve lüks araçlara el koyulduğunu duyuyoruz. Şirketlere el koyulmasından söz etmişken, motorlu taşıtlara el koyulmasına da değinmeden geçmek olmaz.
Hemen söyleyelim, eğer aracınız yetkili bayi tarafından ithal edilmiş ise, vergi beyannamesi tam ve doğru olarak verilmiş olacağından, aracınıza el koyulma endişeniz olmasın. Bunu ruhsatınızı ve motorlu taşıtlar sicilini kontrol ederek anlayabilirsiniz.
Araçlara el koyulması, özel ithal edilen araçların gerçek olan ile beyan edilen durum ve değerleri arasında fark olması sebeplerine dayanıyor. Devlet, araç ithalatından alması gereken gerçek vergiyi alamadığı için vergi kaybına uğramışsa, o araç, “kaçak” muamelesi görüyor ve el koyuluyor.
Donanım bile etkiler
Örneğin, aracınız “exclusive” donanıma sahip olmasına rağmen, “standart” donanımlı diye ithal edilmişse, ya da “ikinci el” olmasına rağmen “sıfır” araç diye beyan edilmişse, “kaçak” bir araca biniyorsunuz demektir.
“Kaçak” araçta suçlu, yanlış vergi beyanı vererek ithal edendir. “Kaçak” aracı iyi niyetli satın alanlar suçlu değildir. Yine de Yargıtay 7. Ceza Dairesi, iyi niyetli olarak da aracın kaçak olduğunu bilmeden satın alsanız, aracınıza el koyulabileceğine karar vermiş, Anayasa Mahkemesi de bu kararın Anayasa’ya aykırı olmadığını belirtmiş.
Öyle ya, aracınıza el koyulur ve yargılama soncunda da aracınız müsadere edilirse, size kaçak aracı satana karşı, ayıplı mal sattığı gerekçesiyle tazminat davası açabilirsiniz. Bu tazminat davaları da zincirleme şekilde özel ithalatçıya kadar gider.
Oysa, Türk Ceza Kanunu 54’üncü maddesi, iyi niyetli üçüncü kişilere ait olan eşyanın müsaderesini istisna kılmaktadır.
Devletin vergi kaybını ne pahasına olursa olsun, kimi bulursam ondan tahsil ederim düşüncesinin katı bir şekilde uygulanmasında ısrar etmek, aracın “kaçak” olduğunu gerçekten bilmeden satın alanların mağduriyetine neden olmaya tercih edilmeli midir?