Merkez Bankası son toplantısında politika faizinde indirim yapmayınca bunun bir ara verme mi, yoksa sonlandırma mı olduğu konusunda farklı görüşler öne sürülmeye başladı. Bazıları, Para Politikası Kurulu (PPK) kararındaki “Kurul, para politikasında sadeleşme sürecindeki bir sonraki adımın yönü ve zamanlamasının verilere göre şekilleneceğini belirtmiştir” ifadesinden yola çıkarak MB’nin faiz indirimlerine kaldığı yerden devam edeceğini düşünmekte. Ancak, aynı mantıkla, eğer karar “verilere göre şekillenecekse” ve veriler de iyi gelmezse, o zaman faizlerin indirilmeyeceği sonucu da ortaya çıkabilir.
Gelecek en önemli verilerden biri şüphesiz ki, bugün açıklanacak olan enflasyon oranı. Geçen sene Ekim ayında TÜFE yüzde 1.55 olmuştu. Her ne kadar yüksek bir oran gibi gözükse de, mevsimsel nedenlerle Ekim ayı enflasyon oranının tavan yaptığı aydır. Nitekim, son 10 yılın ekim ayı ortalaması da yüzde 2.0. Açıkçası, bu sene ekim ayında gıda fiyatlarındaki artışın ne olacağı konusunda pek bir fikrim yok. (Çöpe atılan elmalar ve sökülen elma ağaçlarından en azından elma fiyatlarında büyük bir gerileme olduğunu söyleyebiliriz.) Öte yandan, akaryakıt fiyatlarında ekimde yüzde 4’ün üzerinde bir artış söz konusu. Bu da TÜFE’yi 0.60 kadar artıracaktır. MB’nin faiz indirimini durdurma kararında enflasyondaki hareketlenmeye de dolaylı bir atıfta bulunulduğunu dikkate aldığımızda, bu ay enflasyonun yüzde 1.55’in üstünde gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Peki sonrasında, senenin geri kalan 2 ayında nasıl bir enflasyon bizi bekliyor? TL üzerindeki baskı halen devam etmekte. 15 Temmuzdan beri kur sepetindeki değer kaybı yüzde 7’ye yaklaşmış durumda. Üstelik hiç bir ekonomik aktör kısa sürede bu baskının azalmasını da beklemiyor. Salt bu devaluasyonun enflasyon üzerinde (birikimli olarak) yüzde 1’den fazla bir etkisi olacaktır. Halbuki geçen sene son 2 ayda enflasyon oldukça düşük gelmişti. Sonuç itibarıyle bu sene enflasyonun yüzde 8 civarında geleceği kesinleşmiş gibi. (Yüzde 7.9 ile 8 psikolojik sınırının altında kalırsa, hiç şaşırmayalım!)
Enflasyon yüzde 8 civarlarında iken, Merkez Bankası’nın kısa vadeli politika faizlerini bu seviyenin altında tutması, (bugünlerde ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti yüzde 7.8 civarında) özellikle TL üzerindeki baskılar devam ederken, çok da gerçekçi ve sürdürülebilir bir politika değil. Bizimle aynı grupta yer alan gelişmekte olan ülkelere baktığımızda da, hiç birinde faiz politikasının bu kadar gevşek olmadığı görülüyor.
Faiz indirimini kısıtlayacak (ancak piyasa tarafından henüz çok da dikkate alınmayan) bir gelişme de Bütçe performansında kötüleşme. OVP’de bu sene için bütçe açığı 34.6 milyar TL olarak öngörülmüş. İlk 9 ay sonunda bütçe nakit açığı 21 milyar TL. Son 3 ayda 14 milyar kadar bir nakit finansman ihtiyacı doğmuş durumda. (Ki, takip ettiğim kadarıyla ekonomik aktivitede Ekim ayında da istenen canlanma olmadığı için, Bütçe gelirlerindeki reel azalma devam ediyor.) Bu şartlar altında Hazine’nin önümüzdeki 3 aya ilişkin İç Borçlanma Stratejisi fazlasıyla iyimser kalmış olabilir. Finansmanı karşılayabilmek için Hazine tekrar bir dış borçlanmaya ve/veya programladığının üstünde TL tahvil ihracına yönelmek zorunda kalabilir. Dış borçlanma tamamen yurtdışı koşullara bağlı, ki Fed’in faiz artırımı arifesinde koşulların çok da iyi olduğu söylenemez. (Ayrıca, unutmayalım Hazine Ekim’de zaten program-dışı 1.5 milyar dolarlık bir borçlanma gerçekleştirmişti.) Yerli tahvil ihracındaki artışın ise TL faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşturacağı açık. Son günlerde tahvil piyasası kendini bu duruma alıştırmaya çalışıyor, ama sanki daha gidecek yolu var!
Para politikasına yön verirken Türkiye’nin çifte paralı (dual-currency) bir ekonomi olduğunu da her zaman akılda tutmakta fayda var. Eğer TL faizi devamlı surette düşürmeye kalkarak, hem TL’nin reel getirisini düşürür ve daha da zayıflayacağı beklentisini yaratır, hem de döviz girişindeki azalmadan dolayı piyasadaki döviz mevduatı faizlerinin de artmasına sebep olursanız, tasarruf sahiplerinin bir noktada sürü halinde TL’den dövize dönme riskini de fevkalede artırmış olursunuz. Böyle bir durumun gerçekleşmesine biz “döviz krizi” diyoruz ve tek nihai çözümü de TL faizlerin önceki seviyelerinin çok üstüne çık(artıl)ması olmakta!