Son iki gündür Brüksel'de bir dizi toplantıya katıldım. Bu toplantılar Türkiye Demokrasi Platformu üyeleriyle Avrupalı siyasetçiler, AB yetkilileri, akademi, iş çevreleriyle düşünce kuruluşu temsilcilerini bir araya getirdi.
Türkiye Demokrasi Platformu Kezban Hatemi'nin önayak olmasıyla meydana gelmiş bir sivil inisiyatif. İçinde akademi ve düşünce kuruluşu üyeleri, iş kuruluşu temsilcileri, dini azınlık üyeleri, gazeteciler ağırlıkta.
Brüksel bu platformun yurt dışında yapacağı bir dizi temasın ilk ayağı idi.
Bu ilk temasta, açıkçası heyet üyeleri gelecek tepkilere hazırlıklıydı. Çünkü özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın siyaset üslubu ve çizgisine yönelen tepkilerin, Türkiye'yi dışlayıcı, hatta çok az da olsa, neredeyse darbenin def edilmesine hayıflacak düzeyde olduğu tahmin ediliyordu.
Endişe edildiği kadar kötü tepkiler gelmedi. Bunda Türkiye'nin başına 15 Temmuz'da aslında ne geldiğinin Avrupa'da yavaş yavaş anlaşılmaya başlamış olmasının payı var.
Yine de bazı yorumlar ve sorular, olağanüstü hal altındaki Türkiye'nin işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyordu.
İşte bunlardan bazıları:
- Darbe girişiminin Erdoğan'ın gücünü artırmak yolunda bir senaryodan ibaret olduğu yolunda ilk günlerde ortaya atılıp, ilk haftalarda yaygın olan kanı, en azından karar alıcılar düzeyinde pek kalmamış. (Karar düzeyi olmasa da, mesela Hollanda'da yapılan bir ankete katılanların yüzde 67'sinin hala böyle düşündüğü ifade edildi yine de.) Karar alıcılar düzeyinde ise örneğin "Nasıl oluyor da ertesi gün hükümetin elinde binlerce kişilik tutuklama listesi bulunuyor?" türünden kuşku soruları yaygınlaşmış.
- AB başkentinde Türkiye'de iktidar ve muhalefetin ve halkın büyük bölümünün darbe girişimi arkasında Fethullah Gülen'i gördüğü gerçeği kabullenilmiş. Buna kendilerini de inandırmak ya da Türkiye'deki kanıya mesafeli durmak için "Kanıt var mı?" Sorusu yaygınlaşmış onun yerine. Nasıl hükümet cephesindeki mantık örgüt üyesi olma kuşkusunu darbe girişimine katılma kanıtı olarak görüyorsa, AB cephesinde de kanlı bir darbe girişimini sıradan bir polis soruşturmasında parmak izi arama naifliğliğnde görme eğilimi var. Gerçeğin bu ikisinin arasında olduğunu önce görmek, sonra da sabırla anlatmak gerekiyor.
- Bu noktada karşınıza hemen her kapıda şuna benzer sözler çıkıyor: "Yıllarca bizi Gülen okullarının, ya da mesela TUSKON'un, işini kolaylaştırmamız için ısrar eden sizin hükümetinizdi. Şimdi aynı hükümetiniz 'Aldatılmışız, hadi onları kapatın' diyor." Ben istediğim zaman, benim istediğim gibi yap, yoksa dostum sayılmazsın gibi bir yaklaşımın Avrupa'da tutması mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Aldatıldık, halkımız affetsin" yaklaşımının bir özeleştiri sayılması için somut örnekler bekleniyor.
- Toplu işten çıkarmalar, toplu gözaltı ve tutuklamalar, özellikle gazeteci ve yazarların tutuklanması AB'de karşılığı olmayan kavramlar. Gazeteci ve yazarların -kriminal kanıt olmadıkça- tutuklu yargılanmasına son verilmeli, bunun bir yolu bulunmalı.
- Heyet siyasi, ya da resmi bir heyet değil. İki eski AK Parti milletvekili, Aşkın Aşan ve Mehmet Emin Ekmen akademik kimlikleriyle heyetteydi. Gaziantep Belediye Başkan'ı Fatma Şahin ise tek aktif siyasetçiydi. Ancak bu durum dahi eleştiriye neden oldu. Madem Platform her kesimden ve görüşten insanların daha nitelikli demokrasi ve darbelere ve terör eylemlerine karşı birlikteliği ise neden hiç muhalefet partileri temsilcilerinin olmadığı açıkça soruldu. Bunun olmasında fayda var.
- Şu anda en önemli konulardan birisinin Türkiye'nin Batı perspektifini kaybetmemesi olduğu konusunda görüş birliği var. Türkiye'nin son zamanlarda Rusya ike yakınlaşması AB'de kaygı oluşturmuş. AB'nin bu kaygısından kurtulması için Türkiye'ye kapılarını kapamaması gerekiyor. AB ile Suriyeli göçmenler/vize anlaşmasının devamı şu anda sembolik önemde. Olursa işler belki hemen düzelmeyecek, ancak bozulursa uzun yıllar toparlanamayabilir.
- Her halükarda, Türkiye'nin bir yandan kendisine hızla çeki düzen vermesinde, diğer yandan sinirlenip duygusallaşmadan meramını yumuşaklık ve sabırla anlatmasında yarar var.