Moody’s sonrası bizim oynaklığımız bize yetiyordu, bir de başımıza Deutsche Bank derdi çıktı. Geçtiğimiz haftaya Moody’s kararı ile başladık. Hafta sonunu biraz kararı anlamak, çokça da hamasi söylemleri dinleyerek geçirdikten sonra gelen fiyatlama çok ciddi bir düşüş şeklinde oldu ancak bir kırılma ya da çöküş demek mümkün değildi. Geçtiğimiz hafta başında yazdığım, değişik ortamlarda da belirttiğim üzere çoğunluğun kararın politik olduğu yorumuna katılmıyorum. Yüzde 30’luk kısmı politik olsa da yüzde 70’lik kısmının ekonomik olduğuna inanan taraftayım.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de hafta ortasında not kararını dikkate aldıklarını belirterek, “Moody’s’in, diğerlerinin kararlarına tepkimizi Türkiye’nin temellerini daha da sağlamlaştırarak koyacağız. Türkiye’nin eksikliklerini gidererek, temel yapısal sorunlarını çözerek cevap vereceğiz. Duygusal tepkiler olabilir ama önümüze bakacağız” diyerek daha sağduyulu bir yaklaşım sergiledi. Politikacılar değilse de “ekonomi ve mali politika yapıcılarımız” da bu yaklaşımı benimseyecek olurlarsa, sorunlarımızın daha kısa zamanda çözülebileceği umudumu korumaya devam edeceğim.
Deutsche Bank etkiler
Piyasalar Moody’s şokunu kısa zamanda üzerinden atmaya çabalarken denklemin içine şimdi de Deutche Bank (DB) girdi. Bankanın 2008 krizi öncesi ev kredilerine dayalı menkul kıymetler konusunda yanıltıcı bilgi verdiği iddiası ile ABD’de 14 milyar dolarlık bir ceza alabileceği konuşuluyordu. Bu cezanın bankanın sermaye yeterliliğine olumsuz yansıyacağı endişeleri nedeniyle bazı hedge fonların banka ile olan işlemlerini kapatıp, teminatlarını çekmeye başladıkları dedikodusu da eklenince hisse senetleri geçtiğimiz Cuma günü 10 euronun altına düşerek son 30 yılın en düşük seviyesine dek geriledi. Gün içinde gelen bir başka söylentiye göre ceza rakamı 5.4 milyar dolara inmiş.
Merkel’in hafta içinde Deutsche Bank’a yardımın söz konusu olmadığını açıklaması ile artan volatilite-oynaklık önümüzdeki günlerde de devam edeceğe benziyor.
Deustche Bank’ın yanı sıra ikinci büyük Alman bankası Commerzbank’ın da benzer bir “ateş altında” olması Avrupa piyasalarını zorluyor. Finansal piyasalardaki bu oynaklık, doğal olarak bize de sirayet ediyor.
Fed başkanlarının haftası
ABD’de Cuma günü Tarım Dışı İstihdam (TDİ) verisi açıklanacak. Ağustos ayında 151 bin kişilik artış gösteren TDİ’ın Eylül’de 170 bin kişi artması bekleniyor. Bugün ayrıca ABD’de Arz Yönetimi Enstitüsü’nün (Institute of Supply Management-ISM) Eylül ayı Üretim Faaliyet endeksi açıklanacak. Geçtiğimiz ay 49.4’e düşen endeksin 50.3’e yükselmesi bekleniyor. Bu hafta boyunca Fed başkanlarının; Yellen hariç; çoğunluğu konuşmalar yapacak. Salı ve Çarşamba günleri ikişer, Cuma günü aralarında Fed Başkan Yardımcısı Stanley Fischer’in de bulunduğu 4 Fed başkanı konuşacak. Adeta ağzı olan konuşacak... Alın size hafta boyunca oynaklığın artması için bir sebep daha... 8 Fed başkanı konuşacak.
BIST’te önemli direnç seviyesi
Borsa İstanbul, Moody’s kararının hemen sonrasında oluşan 79.515 ile 76.952 arasındaki “boşluğu” 77.587’e kadar kapattı. Ancak Deutsche Bank haberleri sonrasında yeniden 77.076 ile 76.771 arasında geride bir “boşluk” bırakarak düştü. Cuma günlük/haftalık bazda 50 günlük Basit Hareketli Ortalamanın (BHO), günlük bazda 200 günlük BHO’nın da altında bir kapanış olması, önümüzdeki günlerde BIST 100 endeksindeki yükselişleri sınırlayıcı bir gelişme olarak karşımızda. Yükseliş çabaları, hep yeni satışlar nedeniyle boşa çıkıyor. BIST 100 endeksi için 76.900-77.100 bandı önemli. Bu seviyenin altında kalındıkça düşüş potansiyeli artacaktır. Üzerine çıkılsa dahi günlük kapanışlar bu seviyenin üzerinde olmadıkça yükselişler sınırlı olacaktır. Yükselişler yaşansa bile bu hafta için 78.900 önemli bir direnç olacaktır.
Eğer düşüşler hızlanacak olursa 75.800, 74.850 seviyeleri sırasıyla “destek” olacaktır. Ancak bu seviyelerin kırılması ihtimali önceki haftalara oranla yükseldiğinden dolayı bu seviyelerin kırılması durumunda 71.750 seviyesinin yeni hedef olabileceğini akılda bulundurmakta fayda var.
AB otobanından ayrılıyor muyuz?
Meclis’in yeni yasama yılının açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Artık bu oyunun sonuna geldik. 53 yıldır bizi kapıda bekletiyorlar. Türkiye ile veya Türkiyesiz yola devam seçimi kendilerine aittir” şeklindeki söylemi yeni bir dönemin habercisi mi? Ekonominin önündeki en önemli “hedef” olarak duran AB üyeliği de artık bir çıpa olmaktan çıkacak mı?
Umarım müzakerelerde her iki tarafında kendi politik tercihleri nedeniyle ayak sürüdüğü bir sürecin sonuna gelmiş olabiliriz.
Brexit oylaması sonrasında Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin en büyük destekçisi olan İngiltere’nin AB’den ayrılması sonrasında üyelik sürecinin daha da uzun sürmesi ihtimali artmıştı. İngiliz Başbakanı Theresa May, Brexit “boşanma sürecini” Mart sonundan önce başlatacaklarını açıkladı. Bu demektir ki AB’nin bu boşanma ile yoğun olarak uğraşacağı süreçte bizimle ilgilenmesi olasılığı da düşecektir.
AB üyeliği konusunda her zaman aynı görüşümü korumuştum: “AB üyesi olmak istemiyorum ancak AB kriterlerine sahip bir ülkede yaşamak istiyorum.” Eğer Cumhurbaşkanımız son resti çekerken benim görüşüme benzer bir söylem ile bu resti çekseydi, AB otobanından ayrılmakta bir sorun görmeyecektim. Ancak bu veya benzeri yeni bir politika oluşturmadan tek başından AB yolundan sapacak olur isek gireceğimiz yeni yolun “bir yere” varacağından henüz emin değilim. Önümüzdeki günlerde AB tartışmaları da piyasalarımız üzerinde yeni “yükler” getirecek, Moody’s’in kararı sonrasında toparlanmaya çalışan piyasalarımızdaki oynaklığı artıracaktır.
Ali Ağaoğlu / Gazetevatan