Risk Yönetiminde Yeni Düzenlemeler: Basel IV
EY TÜRKİYE DENETİM HİZMETLERİ DİREKTÖRÜ GÜRCAN AVCI
Bankalar için en önemli risk hangisi, en çok hangi risk için sermaye ayırıyorlar, hangi riskin yönetimi en zor gibi soruların cevabı şüphesiz kredi riski. Kredi riskinin düzeyi ve bu risk için ayrılacak sermaye gereksinimi hesaplamaları en az 20 yıldır tartışılıyor. Tüm tartışmanın esas konusu aslında basit bir soruya cevap aramak: Bir kredi neden batar? Bu sorunun cevabını doğru tahmin edebilmek için yıllardır ekonometrik modellerden faydalanılıyor. Geçmişte bir kredinin neden temerrüt ettiğini (battığını) istatistiki yöntemlerle tespit ederek, mevcut veya yeni bir kredinin de bu nedenlerden dolayı batabileceğini hesaplayan içsel yöntemler son on yıldır dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Yeterince veriye sahip olmayan, model geliştiremeyen ya da modelleri anlamlı sonuçlar vermeyen finansal kuruluşlar için belirli kabullerin dikkate alındığı standart yöntemler ise daha eski bir geçmişe sahip. Kredi riskinden dolayı sermaye gereksiniminin standart yöntemlerle ölçülmesi, kredi türlerinin ve kredinin teminatlarının niteliğine göre farklı katsayı uygulanmasını ve kredi tutarının bu katsayılarla çarpılmasını gerektiriyor.
Basel Komitesi’nin son çalışmalarına (Basel IV) göz attığımızda uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına daha az güven duyduğunu anlıyoruz. Standart yaklaşımlarda özellikle kurumsal kredilerin hangi risk ağırlığıyla dikkatte alınacağının hesaplanmasında “due diligence” adlı firmalara yönelik bir finansal analiz neticesinde elde edilen sonucun dışsal dereceyle birlikte kullanılmasının istenmesi bunun kanıtı. Bunun yanı sıra standart yaklaşımların riski yeterince hassas ölçmediği eleştirisini konut kredilerinin %35, %50 gibi sabit katsayılarla dikkate almak yerine kredi tutarıyla evin ipotek değerinin oranına (LTV) göre değişen katsayılar kullanarak gideriyorlar.
Standart yaklaşımdaki değişikliklerin Türk bankacılık sistemi üzerinde şüphesiz önemli düzeyde etkisi olacak. Büyük KOBİ kredilerinin %100 yerine %85 olarak dikkate alınması bankaların kredi kapasitesini artırırken, yapım aşamasındaki proje kredilerinin %100 yerine %150 ile duran varlık ve emtia finansmanının %120 ile dikkate alınması olumsuz bir etki yaratacaktır. Özellikle ülkemizin büyüme hedeflerinde önemli yer tutan alt yapı finansmanı konusunda bankaların kredi vermek için %50 daha fazla sermaye bulundurması gerekliliği dikkatle irdelenmesi gereken bir gelişmedir.
İçsel derecelendirmeye dayalı olan model kullanılmasını gerektiren yaklaşımlara Basel IV’ün oldukça ihtiyatlı yaklaştığı ve sonuçlarına belli bir düzeyde güvendiği anlaşılıyor. Sermaye tabanı adı verilen uygulamanın en anlaşılır sonucu, modelin ölçtüğü veriler ile standart yöntemleri kıyaslaması ve belirli bir tutardan daha düşük sermaye yükümlülüğü hesaplamasına izin vermemesidir. Örneğin; Basel tarafından %75 gibi bir taban belirlendiği takdirde, modeller bankaya kredi riski için 70 TL sermaye bulundurman gerekir derken standart yöntemler 100 TL diyorsa, 75 TL’den daha düşük bir sermaye bulundurulamayacak.
Basel, standart yöntemleri riski daha iyi ölçebilmesi için karmaşıklaştırırken, içsel yöntemlere çok karmaşık olduğu ve model riski barındırdığı için ihtiyatlı bakıyor. Bu global düzenleyicilerin apaçık bir çelişkisi. Bu çelişkiden en çok etkilenecek kesim Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler olacak.
Kredi riskinin ölçülmesi oldukça zor ve hassas bir konu olmaya devam edecek. Ülkemizin büyüme potansiyeli bankacılık sektörünün gelecekte ne düzeyde kredi verebileceğine önemli ölçüde bağlı. Bu nedenle sermaye optimizasyonunda yeni global kuralların takip edilmesi, iş modellerinin buna göre güncellenmesi ve gerekli alt yapının kurulması önemini koruyacak.