Yazdır

ABD başkanlık seçiminin olası etkisi

Tarih: 03 Mayıs 2016 - 12:44

ABD’de seçmenlerin oy tercihini etkileyen ne? Garanti Yatırım Stratejisti Tufan Cömert Kurumsal Yatırımcı dergisinde “ABD başkanlık seçiminin olası etkileri”ni yazdı…

19 Mart 2000 tarihinde ya­yınlanan The Simpsons dizisinde, Bart Simpson kendi geleceğini gö­rür. Bart gelecekte pek başarılı olamıyordur. Kız kardeşi Lisa ise ABD Başkanı olmuştur. Lisa, bir önceki başkanın yarattığı hasarı değerlendirmek için Oval Ofis'te bir toplantı düzenler. Bir danışman baş aşağı giden bir grafik gösterir ve açıklar: "Beş kuruşumuz kalmadı"... Lisa'dan önceki başkan Donald Trump'tır...

Dizinin yayınlanmasının üze­rinden tam 16 yıl geçti. Dizinin yaratıcıları, geçenlerde verdikleri bir röportajda, "her şeyin çok kötü gittiği bir dünya senaryosuna uygun bir başkan adayı olarak Donald Trump'ı düşündüklerini" söylediler. Dünya o zaman abartıldığı kadar kötü şartlarda değil, ama yine de küresel ekonominin de pek matah gitmediği ve birçok sorunun tartı­şıldığı günümüzde, geçmişten gelen bu kehanetin doğru çıkıp çıkmaya­cağını Kasım ayında göreceğiz.

Kasım ayındaki ABD Başkan­lık seçimi yaklaşırken, piya­salar henüz olasılıklara göre pozisyon almaya başlamadı.

Kimin başkan olacağı, nasıl bir ekonomik politika izleyeceği aslında bizi de yakından ilgilen­diriyor. Ancak bize gelmeden önce bakmamız gereken bir konu var: Başkanlık yarışı ABD Merkez Bankası'nı (FED) nasıl etkileye­cek? Aslında bunun tersi belki de daha doğru: FED, başkanlık yarışını etkileyebilir mi?

Medyaya bakarsak Cumhuri­yetçiler FED'den pek hazzet­miyorlar. Hatta şu anda Cumhu­riyetçilerin en önemli adayı gibi görünen Trump, Ekim ayında verdiği bir röportajda, FED Baş­kanı Yellen'ı faizleri bilinçli olarak düşük tutarak Obama yönetimi ile işbirliği yapmakla itham etmiş ve bunun siyasi bir tercih olduğunu söylemişti.

Kağıt üstünde Trump haklı olabilir: FED'in hızlı bir faiz artış sürecine girmesi, parasal aktarım mekanizmasına zarar verip ekonomik büyümeyi zayıflatabilir. Bu durumda yeni bir ekonomik politika gerektiğini düşünen seçmenler diğer seçene­ğe yönelebilirler. Eğer FED siyasi güdülerle hareket ediyorsa, faiz artırımını ağırdan almasının ge­rekçesi pekala bu olabilir. Ancak geçmişe baktığımızda bu teorinin haklılık payı olmadığını görüyo­ruz: Daha önceki örnekler, FED'in siyasi kaygılarla hareket etmediği­ni, ekonomik beklentilere uygun aksiyon aldığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Zaten yapılan araştırmalar da bu tartışmaların pek bir şey ifade etmediğini, meseleyi FED'e indirgemenin abesle iştigal olduğunu işaret ediyor. ABD'de seçmenlerin oy tercihle­rinde en önemli etken ekonomi. Eğer ekonomide işler yolundaysa, sağlıklı bir büyüme ortamı varsa, o zaman iktidar değişmiyor. Eğer bir başkanın ilk döneminde ekonomide durgunluk yaşandı ve seçime böyle bir atmosferde girildiyse, başkanın yeniden se­çilme olasılığı çok düşük. (Jimmy Carter, 1980 seçimi). Ekonominin güçlü seyrettiği dönemde ise, mevcut başkanın yeniden seçilme şansı çok daha yüksek (Ronald Reagan-1984 seçimi, Bili Clin-ton-1997 seçimi). Yine ekonomi iyiyse, aynı siyasi görüşün devam edeceğini de varsayabiliriz.

O zaman aslında ABD'de siya­sette neler olduğunu değil de, ABD ekonomisinin durumunu tartışmamız gerek. Trump'a sorarsanız FED'in politikaları yüzünden borsalarda bir balon oluştu ve ekonomide açıklanan rakamlar da "uydurma". Verilere baktığımızda ise ekonomideki to­parlanmanın devam ettiğini görü­yoruz: İstihdam artışı dengelendi, işsizlik oranı kriz öncesi seviyele­re geriledi, büyüme göstergeleri de toparlanmanın yine belli bir baza oturduğunu işaret ediyor. Bu ekonomik tablo, aynı zamanda enflasyonun geri döndüğünün de habercisi: Enflasyonda artık eğilim yukarı yönlü, çekirdek enflasyon da son bir yıldır yük­seliyor. Bu durumda FED'in 2016 içinde, enflasyonu kontrol altında tutmak için faiz artırımlarına devam etmesi gerekebilir. Piyasa da 2016 içinde bir adet faiz artırı­mına kesin diye bakıyor. O zaman ABD'de işler iyi gidiyor diyebiliriz ki bu siyasi açıdan ne beklememiz gerektiği konusunda bize yeterince açık bir mesaj veriyor.

Ancak bu noktada işler biraz karışık, zira FED bu dünyada yalnız değil. FED'in kararları tüm dünya ekonomisini ve finan­sal sistemi etkileme potansiyeline sahip. Çin ekonomisi yavaşlar ve diğer önemli merkez bankaları istisnasız parasal genişlemeye giderken, FED'in faiz artırım süreci yeni sorunlara gebe. ABD ekono­misi ihracata dayalı değil, iç talebe ve hatta hizmet sektörüne dayalı büyüyor. Bu yüzden FED, haklı olarak, sadece ABD'ye bakarak ka­rar verebilir elbette, ama bunun be­delleri olacak: Böyle bir ortamdaki faiz artırımı, doların aşırı değerlen­mesine yol açar. Bu da denizaşırı işler yapan Amerikan şirketlerinin rekabetçiliğini azaltıp, bunların üzerinden yine ABD ekonomisini vurur. Küresel finans sisteminde oluşacak dalgalanmalar da ABD'ye bankacılık kanalı vasıtası ile yan­sıyacaktır.

Mart ayı toplantısında FED iyi giden ekonomik tabloya rağ­men oldukça temkinli ifadeler kullandı. Aralık ayında çok daha fazla belirsizlik varken faiz artıran FED'İ, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) beklenenden çok daha güçlü bir parasal genişleme programı açıklamasının ardından ortaya çıkan yeşil filizlere rağmen korkutan ne olabilir? Muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz ikincil kaygılar... Ancak ABD de ekonomi toparlanmaya devam ederken, çekirdek enflasyon yükselirken, FED'in ellerini kavuşturup bir ke­nardan izleyeceğini düşünemeyiz.

Her ne kadar piyasalar FED'in faiz artışına 2013 ortasından bu yana hazırlanıyor olsa da, yine de olası faiz artışının bazı etkileri olacak. Gelişen ülke para birimleri ve faizlerindeki

oynaklık artacak, fon akımla­rında dalgalanmalar oluşacak. Piyasalardaki değişimler elbette önemli, ancak daha büyük bir sorun ile karşı karşıyayız aslında: Gelişen ülkelerdeki borç sorunu. 2008-2009 krizi sonrası geliş­miş ülkelerdeki borçluluk oranı azaltılırken (deleveraging), gelişen ülkelerde bu oranlar arttı. Türki­ye özelinde, bu dönemde kamu borcu önemli oranda azalırken, özel sektör borcu hızla arttı. İşte özel sektörün borçlanma oranın­daki bu artış, borçların çevrilmeye başlandığı dönemde yükselecek olan borçlanma maliyetlerinin sorun yaratacağını söylüyor. Keza şirketlerin ödedikleri faiz farkı da (spread) 2013'ten bu yana düzenli olarak artıyor.

Böyle bir ortamda yurtiçinde TCMB'nin işi hiç kolay değil. Uzun süredir hedefin oldukça üzerinde seyreden enflasyon görünümüne karşın, zayıflayan büyüme göstergeleri TCMB'nin işini zorlaştırdı. Enflasyonu kontrol altında tutarak büyümeye destek vermeye çalışan TCMB, ekono­minin gidişatına göre dönem dönem büyümeyi daha ön planda tutabilir. Bu durumda, TL'nin vereceği tepki anahtar ko­numunda. Hızlı bir faiz indirimi, bizi daha önce de gördüğümüz TL'de "değer kaybı-beklentilerde bozulma-yüklü faiz artırımı" kısır döngüsüne sokabilir.

TCMB bundan kaçınmak için bir süre daha çoklu faiz politikası­na devam edecek gibi görünü­yor. Mart ayında faiz koridoru tavanında yapılan 25 baz puanlık indirime ise "oldukça zayıf sey­reden kredi büyüme hızına mü­dahale" gözüyle bakmakta fayda var. 25 baz puanlık indirimin, parasal aktarım mekanizmasına önemli bir katkı yapması müm­kün değil, dolayısıyla bu ayar­lamayı, fırsatlar oluştuğu anda TCMB'nin daha yüklü indirimler yapmaya hazır olduğu şeklinde okuyoruz.

Kuşkusuz ABD'nin yeni başka­nının uygulayacağı ekonomik politikalar kadar, siyasi düzle­min de Türkiye üzerinde etki­leri olacak. Bu konuda spekü­lasyon yapmak mümkün, ancak yine tarihin yön göstericiliğine sığınalım: Her ülkede olduğu gibi ABD'de de seçim söylemleri ile gerçekler birbirinden rahatlıkla farklılaşabiliyor. Yeni ABD Baş­kanı da, ki bu ekonomik görü­nümde Demokratlardan olması daha yüksek olasılık, mevcut söylemden çok sapamayacaktır. Bu durumda Türkiye-ABD ilişki­lerinde de, en azından ekonomi­mize yansıyacak denli büyük bir değişim beklenmemeli.

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/abd-baskanlik-seciminin-olasi-etkisi/1013148