Avustralya kıtasının yerli halkı Aborjinleri tanıma projemizi ünlü oyuncu Demet Evgar’a açtığımda, “Zaten rüyalarımda devamlı uçsuz bucaksız bir çöl görüyordum. Demek gerçek olacakmış. Geliyorum” dedi. Katar Havayolları Pazarlama Koordinatörü Zeynep Esin’le birlikte aylar süren bir hazırlık dönemine girdik. Aborjin bölgesi için istediğimiz özel izni, Ankara’daki Avustralya Büyükelçiliği’nin desteğiyle sonunda aldık ve Pronto Tour’un da katkısıyla 6-14 Mart tarihleri arasında hayalimizi gerçekleştirdik.
Kutsal kayayı gördük
Aborjinler kabile hayatı yaşıyorlar. Avustralya gibi büyük bir toprak parçasında birbirinden ayrışan farklı dillere ve kültürlere sahip olmuşlar. Çölde yaşadıkları için “çölden gelen” anlamında Anangu ismiyle anılıyorlar. Biz yarı çöl bir coğrafyada hâlâ eski gelenekleriyle yaşadıkları, kıtanın tam ortasındaki Uluru köyünde üç gün boyunca hayatlarına tanıklık ettik.
Avustralya’nın simgesi haline gelen ve Aborjinler için kutsal sayılan Ayer’s Rock, bütün ihtişamıyla ilk göze çarpan yer. Rüzgarların milyonlarca yılda savurduğu kumlarla meydana gelen bu dev kızıl kaya, güneşin konumuna göre gün içinde renk değiştiriyor. Gün ağardığında turuncu, gün ortasında kahverengi, günbatımında kızıl renge bürünüyor. Yüzlerce turist de bu anı görüntülemek için Ayer’s Rock’ı neredeyse tavaf ediyor. Çok önceden beri bu mistik yer ve yaşantıya ilgi duyan Demet Evgar, basın danışmanı Özlem Oğuz ve Zeynep Esin de kayanın önünde meditasyon yapmayı ihmal etmediler.
Mağara duvarlarına kazınmış yazıtları ve kutsal kabul ettikleri kayaları Aborjinlerle birlikte inceledik. Bölgedeki Avustralyalıların, bu yerlilerin inanç ve yaşantılarına karşı çok saygılı ve korumacı tavır içinde olduklarını gözlemledik. Evgar o anki duygularını şöyle anlattı: “Aborjinlerden izin alarak Ayer’s Rock’a dokunduğumda onun bir kaya değil, bir ten olduğu konusunda algım gidip geldi. Uluru’yu ve Aborjinleri anlatmak ne derece mümkün bilemiyorum. Uluru’dan önce ve Uluru’dan sonra olarak tarihime bir çizik attım diyebilirim. Bu yeri koruyan insanların kadim bilgisi tamamen insan olmaya dair.”
Kıtanın diğer yüzü
Sıra artık kıtanın diğer yüzünü görmeye gelmişti. Bunun için ilk durağımız Melbourne oldu. Freebird adlı seyahat acentesinin sahibi İnci ve Serhat Duru çiftinin rehberliğinde dolaştığımız şehir, gökdelenlerin yanında nostaljik tramvayları ve Viktorya dönemi tarihi binalarıyla dikkat çekiyor. Victoria Market adlı pazarda her şey var. Genel yaşam ve oteller oldukça ucuz. Melbourne, Formula 1 yarışı ve Avustralya Grand Slam Tenis Turnuvası’yla dünyaya ismini devamlı hatırlatan bir yer.
Koala, kanguru gibi birçok ilginç hayvanın yaşadığı Avustralya’nın dört bir yanı okyanus olduğu için restoranlar her türlü deniz ürünüyle dolu. Hayvancılığın en önemli sektör olduğu ülkede et ürünleri de oldukça fazla. Ayrıca dünyaca ünlü şaraplarını da unutmamak lazım.
Köprüye tırmandık
İkinci durağımız Sidney, nehrin delta oluşturarak okyanusa kavuştuğu yerde kurulmuş, 5 milyonluk nüfusuyla Avustralya’nın en büyük şehri. Sidney’in adacıklar, girintili çıkıntılı koylar ve burunlarla çevrelenmiş sahilleri sörf yapan, yelken kullananlarla dolu. Şehrin renkli bir hayatı var. Meşhur opera binası ve yakınına kurulmuş Sidney Köprüsü’nün bulunduğu liman bölgesi, deniz kıyısına sıralanmış restoran ve kafelerle en popüler yer.
Buraya kadar gelmişken Sidney Köprüsü’ne tırmanmamak olmazdı. Bu sıra dışı köprü tırmanışına özel kıyafetler giyerek ve çelik parmaklıklara kendimizi bağlayarak başladık. Çelik yapının en üstüne ulaşmamız alacakaranlıkta, şiddetli rüzgarın etkisiyle iki saat sürdü. Ancak oradaki muhteşem şehir manzarası yorgunluğumuzu bir anda unutturdu. Sidney’in ışıl ışıl gece halini seyrederek yine iki saatte geri döndük.
Resim sanatı gelişmiş
DIdgerIdoo adı verilen ve sesi popüler kültürde Avustralya ile özdeşleşen alet, Aborjin müziğinin en önemli unsuru. Aborjinlerde şarkı söylemek ve dans aynı zamanda çok önemli bir iletişim aracı. Resim sanatı da oldukça gelişmiş. Aborjin kadınlarının Demet Evgar’ı aralarına alarak öğrettikleri nokta boyama sanatında kullandıkları boyalar tamamen doğal. Çeşitli kayaların pigmentlerini sentezleyip suyla karıştırarak doğal boyalar elde ediyorlar. Tuval olarak kayaları ve ağaç kabuklarını kullanıyorlar. Ama zorlanmasın diye Evgar’a karton üzerinde öğrettiler. Kullandıkları fırçalar ilkel. Parmaklarıyla boyama yapıyorlar. Boyaları ağızlarına alıp püskürterek resim yaptıkları da oluyor.
“İnsanlık için umut verici”
Bu olağanüstü Avustralya gezimiz sona erdiğinde Evgar’a ne düşündüğünü sordum. Cevap verirken o mavi gözlerinin içi gülüyordu: “Daha havaalanında gördüğüm, ülkeye girerken pasaport kontrolünde başlayan misafirperverlik ve güler yüz. Bir kere mümkün değil bir ülkede pasaport görevlileri bu kadar neşeli olsun. ‘Merhaba, hoş geldin, nasıl gidiyor, burayı seveceksin, iyi eğlen’ diye karşılıyorlar seni. Herkes birbirine teşekkür ediyor. Yaşlılar yaşlı gibi değil. Bembeyaz saçlarını iki yandan toplamış kadınlar, kocalarıyla el ele sokaklarda. Vitrin mankenleri bile birbirine sarılıyor. Bu kadar mutlu insanı bir arada görmek insanlık için umut verici. Hiçbir yerde kendimi bu kadar kendim gibi hissetmedim.”